Lilypie Trying to Conceive Event tickers

1 Ocak 2011 Cumartesi

Makale Özeti: Compensatory Aspect of Dreams: An Emprical Test of Jung’s Theory

Rüyalar psikolojik araştırma olarak Freud’la başlamış ve şimdi Aserinsky ve Kleitman’la rüya çalışmaları halen devam ediyor. Jung’un ise rüyalar hakkında geniş teorik yazıları vardır. Jung psikolojisi, zıt elementlerin denkleşmesi, yani bilinç ve bilinçdışının denkleşmesidir. Hall ve Lindzey bu Jung psikolojisini “Rüyalar telafi edici, yani dışadönük bir insanın rüyası içedönük eğilim ve dışadönük bir insanın rüyası ise içedönük eğilim gösterir.” olarak tanımlamıştır.
Gordon(1953) Tematik Algı Testi(Thematic Apperception Test-TAT) ile rüyaları 29 psikiyatrik hasta üzerinde karşılaştırma yapmıştır. Gordon’un bulgularına göre telafi etme(compensatory) etkisini 4. hipotezde “Rüyalar ben’liğin ifadesidir.”de yer almıştır.
Rychlak ve Brams(1963) var olan ya da olmayan rüyalarda 4 büyük tema kullanmıştır. 41 kolej öğrencilerine Minnesota Çok Yönlü Envanteri(MMPI) ve Edwards Kişisel Tercih Programı(EPPS) uygulanmıştır. Sonuç olarak bu çalışma, telafi etme(compensatory) teorisini desteklememiştir.
Son olarak direk Jung’un hipotezini Palmiere(1972) Myers-Brigss Tip Göstergesi ile 114 üniversite öğrencisi üzerinde içedönük-dışadönük ölçeğini uygulamıştır. Palmiere’nin hipotezi “Dışsal fanteziler daha çok bastırılmış içedönüğü ve içsel fanteziler ise bastırılmış dışadönüğü sergiler.” şeklinde idi. Bu hipotez telafi etme(compensatory) hipotezi desteklemedi.
Son ve esas makale konusu olan çalışmada ise Jung’un telafi etme(compensatory) kavramına ispat niteliğinde kişilik boyutlarının psikometri araçlarla ya da rüya tutanaklarının oranlarıyla ölçülmesi amaçlanmıştır. Bu araştırma büyük devlet üniversitesinin onur programından 73 genç ve yaşlı katılımcı ile yapılmıştır. EPPS ve ACL kullanılmıştır. 626 rüya bölümlerinden oluşan çalışma 0–21 rüya aralığını kapsamıştır. 62 öğrenciye en az 3 rüya bölümü uygulanmış ve bu 3 rüya bölümü her öğrenci için rasgele seçilmiştir. 186 rüya bölümü bilgi analizi için kullanılmıştır. Rasgele seçilmiş 20 rüya bölümü 5 deneyci tarafından ve 186 rüya bölümü 15 boyutta(başarı, öfke, değişkenlik gibi…) değerlendirilmiştir.
EPPS ölçümüne göre ilk 6 bağ pozitif olarak rüya oranlarıyla anlamlı çıkmıştır, (Başarı, Saygı, Bağlılık, Hâkimiyet, Değişkenlik ve Heteroseksüellik). ACL ölçümüne göre ise 10 bağ pozitif olarak rüya oranlarıyla anlamlı çıkmıştır. (Başarı, Saygı, Emir vermek, Yardımsever, Hâkimiyet, Sağlık, Değişkenlik, Dayanıklılık, Heteroseksüellik ve Öfke).
Sonuçlar telafi etme(compensatory) hipotezini psişik açıdan desteklemiyor. Sonuç Adler ve Hall’ün teorisine uygun olarak gösteriyor ki “rüyalar günlük düşüncelerle farklılık göstermez.”
Geçerli çalışma rüyaların telafi etme(compensatory) görünüşüyle desteklenmiyor fakat farklı boyutlar da farklı nüfusla yapılan ileriki çalışmalarda desteklenebilir.

Reference
Domino, G.,(1976) Compensatory Aspect of Dreams: An Emprical Test of Jung’s Theory. Journal of Personality and Social Psychology 34, 4, 658–662

Makaleyi özetleyen: Seçkin Ceylan

Makale Özeti: Bilişsel Terapinin Geleceği

Bilişsel terapinin geleceği ile ilgili 5 tane öngörü geliştirilmiştir. Bunlar sırasıyla, psikoterapinin analizin çeşitli seviyelerindeki özgül olma ve özgül olmama konusuna karşı göğüs germesi, psikoterapinin araştırmanın ve hesap vermenin artan etkisine cevap vermesi, psikoterapinin değişik sistemlerinin ileriye dönük çaprazlama döllenmesi, psikoterapötik bilginin iletim sistemlerinin daha çeşitli hale gelmesi ve psikoterapinin temel psikoloji bilimiyle yakın ilişkilerini gütmesidir.
Psikoterapi Özgül Olmaya Karşı Göğüs Gerer
Bilişsel terapi, birçok tartışmanın sonunda kendini özgül olmakla hizaya sokma eğilimindedir ve örnek vermek gerekirse her psikolojik bozukluğun bir uyumsuz bilişin ayrı profiliyle ilişkili olduğunu savunan bilişsel özgüllük ilkesinin üzerinde durur.
Özgül olma konusunda başka bir uç durumdan söz edilmeyecek gibi görünse de,
psikopatolojinin fikir ötesi modeli tarafından bu durumların muhtemel uzlaşması önerilir.
Ayrıca bazı bilişsel faktörlerin psikolojik bozukluklar arasında yaygın olduğu görülürken bazılarının da bozukluklara ayırt etmeye yardımcı olduğu görülür.
Psikoterapi Araştırmaya ve Hesap Verme Konusuna Vurgu Yapar
Psikoterapinin ilerlemesi mevzuunda ikinci öngörümüz araştırma ve hesap verme özelliğidir.
Sağlık koruması altındaki zihinsel sağlık servisleri modeli bu servisleri sağlık alanındaki gelişime karşı etkiye karşı hükmü altına almıştır.
Aynı zamanda da, sağlık koruması tüketicileri bazı psikolojik bozukluklar hakkında daha çok bilgi sahibi olmuştur ve prognostik ve alışılagelen birtakım bilgileri doktorlar ve fiziksel sağlık korumacılarından kolayca elde etmeyi ümit etmektedirler.
Bilişsel terapideki gelişmeler, unipolar depresyondan çok diğer alanlarda olan gelişmeler ve depresyonda bilişsel terapinin etkinliğini ölçen mekanizmayı anlamamızın inceliği olarak karakterize edilebilir. Gelişmenin devam etmesi konusunda, araştırmacıların karşılaştırmalı terapi araştırmalarıyla ilişkili olan küçük ana etkileri belirlemek için gerekli olan doğru istatistiki gücü temin etmek gibi metodolojik incelikleri yapacağı fikrine katılıyoruz. Ayrıca, tedavinin bitmesinden sonra da terapötik fayda elde etmek isteyen bilişsel terapi hastalarının bilişsel başaçıkma yeteneklerinin ölçülmesi için de gelişmelere ihtiyaç duyulmaktadır.
Çaprazlama Dölleyen Psikoterapinin Sistemleri
İlk ve belki de en esaslı olanı, psikopatoloji ve psikoterapi modellerinin tamamlayıcısı olarak düşünülmeye ihtiyaç duyulacak bilişler ve sözle ifade edilmeyen inançların hatırlatıcısı olarak yer almasıdır. İkincisi, bilişsel terapideki araştırma ve pratiklerin büyüyen gerçekliği devam ettirmesi ve daha önceden belirtilen psikoterapötik tekniklerin tamamen farklı modellerde etkilerinin görülmesidir. Üçüncüsü, bilişsel terapinin bizim terapi almayışımıza psikoterapi bütünleşmesi konusunda anlamlı bir yardım yapmasıdır.
Sistem Çeşitliliğinin Teslimi
Bilişsel terapi prensipleri, eğitimsel ortamda engelleyici uygulama olarak bulunabilir, tıpkı akılcı-duygusal terapinin ilköğretim ortamında uygulanması gibi. Bilişsel ve duygusal değişime karşı olan yoğun, uzun dönemli yaklaşımların daha teorik gelişme ve ampirik dikkat alacağı konusunda da ümitliyiz.
Psikoterapinin Temel Bilimlere Yaklaşımı
Son olarak da, psikoterapi gelişmeleri temel psikolojideki ve ilişkili bilimlerdeki yeni gelişmelerle beraber daha da ilerleyeceğine inanıyoruz. Geleneksel psikoterapi yöntemi ve karşılaştırmalı araştırmalar bize bilişsel terapinin etkinliği konusundaki ilerlemeleri takip etme konusunda bize yardımcı olacaktır.

Referans:
Beck, A. T., Haaga, D. A. F. (1992). The future of cognitive therapy. Psychotherapy. 29(1), 34-38

Makaleyi özetleyen: Burcu Çiftçi

Makale Özeti: IDEAS AND IDENTITIES: The Life and Work of Erik Erikson

Wallerstein was said that no psychoanalyst had contributed with his knowledge to the twentieth century the way Erik Erikson did. Of course there have been a lot of psychoanalysts in time, but they haven’t reshaped psychoanalysis the way he did. Erikson tried to make changes in psychoanalysis without making any discrimination between earlier psychoanalytic thinking and himself. He never broke the link between himself and Freud, although some students at Harvard thought that Freud’s teachings were pessimistic, he backed him up and tried to show that Freud’s teachings were never pessimistic.
Erikson had a complicated way of thinking; he had his own thoughts about psychoanalysis. When Erich Fromm published a book called “Escape From Freedom”, he became a big concern to other psychoanalysts for damaging the purity of psychoanalysis and Fromm started working independently on his own. Erikson was concerned the same thing might have happened to him with what he had in mind for psychoanalysis.
It is very important to preserve Erikson’s legacy. He tried to open the doors of psychoanalysis to social scientists too, because he thought that psychoanalysis did not give meaning to those people who were not clinicians. But he believed that these social scientists were also very important for the future of psychoanalysis. When Erikson wrote about legendary freedom fighters like Martin Luther and Gandhi, he was trying to show to his follow psychoanalysts that the way these historians succeeded in solving problems was just what was needed in psychoanalysis.

References
Wallerstein, R., S. & Goldberger, L. (2000). Ideas and Identities: The Life and Work of Erik Erikson.Psychoanalytic Psychology, 17, 2:437-442. doi: 10.1037//0736-9735.n.2.437

Makaleyi özetleyen: Thokozani K.M.Mbewe

Makale Özeti: Psychology of crisis: an overall account of the psychology of Erikson

This paper discusses the psychology of crisis in which Erik Erikson studied for most of his adult life, and he was mostly concern about identity crisis. Erikson introduced the eight psychosocial stages to the field of psychology. Erikson was a student of Freud but later deviated from the Freudians, this paper also talks about the difference between Erikson’s theory and Freud’s theory.
The word identity crises emerged during World War 2, Erikson observed that the people who experienced the war had lost a sense of personality and historical self, and he also concluded that the same might happen to the youth who are most of the time confused about themselves.
By crisis, Erikson did not mean being stressful and depressed all the time, but he meant it was a turning point in one’s life, when a problem had to be solved. This is not in a negative way, but rather in a positive way in psychology.
According to Erikson, he divided human development into eight life stages, but a failure in a particular stage doesn’t mean one wont progress to the next stage, but rather means the unsolved crisis will be transferred to the next stage. As a result life challenges become much harder, but still this crisis can be overcome with much effort into it. The eight psychosocial stages Erikson presented in psychology are as follows; 1. Basic trust vs. basic mistrust, 2. Autonomy vs. shame, 3. Initiative vs. guilt, 4. Industry vs. inferiority, 6. Intimacy vs. isolation, 7. Generativity vs. stagnation, 8. Integrity vs. despair. The stages point put out that people are involved in challenges and the overcome these challenges or crisis as they grow up, and these challenges occur as individuals interact with society.

References
Atalay, M.(2007). Psychology of crisis: an overall account of the psychology of erikson. Ekev akademik dergisi, 1, 11.

Makaleyi özetleyen: Thokozani K. M. Mbewe

Makale Özeti: 16 PF PERSONALITY PROFILE of GIFTED CHILDREN

Yapılan çalışmalarda kişilik faktörlerinin dahilik kavramına katkısı olup olmadığı araştırılıyor. Kişiliğin; akademik başarı, kognitif mükemmellik ve yaratıcılık üzerinde etkisi olduğu uzun yılladır düşünülüyordu. Yapılan bu son çalışmada da dahi öğrencilere 16 PF envanteri uygulanarak çıkan sonuçların bu düşünceleri destekleyip desteklemediğini öğrenmek amaç edinilmiştir.
16 PF envanteri Kore ana diline çevrilmiş ve Güney Kore'de ki başarılı bir okuldan 50 başarılı öğrenciye uygulanmıştır. Aynı zamanda farklı ülkelerde ki çocuklara da uygulanmıştır. Amerika, Finlandiya ve Slovakya gibi ülkelerde de başarılı, zeki öğrencilere uygulanmıştır.
Sonuçta beklenen durum öğrencilerin B,I veM( intelligent, sensitive, and imaginative, respectively) faktörlerinde yüksek skor, G faktöründe(expedient or self indulgent ise düşük skordur. Sırayla tüm faktörlerin sonuçlarına bakıldığında yaklaşık olarak beklenilen sonuçlar ortaya çıkmıştır. Düşük skor çıkması beklenen faktörlerde düşük skor, yüksek skor çıkması beklenen faktörlerde de yüksek skor çıkmıştır. Sonuç olarak beklentileri karşılayan bir çalışma olmuştur.
Sonuç olarak kişilik faktörlerin dâhilik üzerine katkısı olduğu görülmektedir. Kişilik faktörleri dahi çocukları karakteristik özelliklerini belirler. İnsanlarda bu dahi çocuklarla çalışırken onların farklılıklarını bilmeli ve hassasiyet göstererek onlarla çalışmalıdır.

Makaleyi özetleyen: Büşra Toktaş

Makale Özeti: KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ İLE ALGILANAN RİSK ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN İNCELENMESİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA

Etkili pazarlama stratejileri ve tüketici davranışların analizi için kişilik özelliklerinin incelenmesi gerekir. Her birey algılama şekli farklı olduğundan farklı farklı markalara yönelir. Kişilik özellikleri alışveriş öncesi ve sonrası davranışlarda etkilidir. Tüketici karar alırken birçok iç ve dış faktörün etkisinde kalmaktadır. Davranış üzerinde etkili olan iç faktörlerden birisi kişiliktir. Kişilik bireylerin çeşitli durumlara verdiği tutarlı tepkiler olarak ifade edilmektedir. Bu çalışmada kişilik özellikleri ile algılanan risk arasındaki ilişkilerin incelenmesi üzerine bir araştırmadır. Bu çalışma Erzurum'da yapılmıştır. Erzurum'da yasayan otomobil sahibi tüketicilere yapılmıştır. Araştırmada veriler anket yöntemi kullanılarak toplanmıştır. Anket formunda 3 grup soru yer almıştır. 1. grup cevaplayıcıların demografik ve ekonomik özelliklerini, 2. grup kişilik özelliklerini ve 3. grup ise algılanan risk türlerini tespit etmek amacıyla hazırlanmıştır. Kişilik özelliklerini belirlemede, son yıllarda yapılan kişilik araştırmalarında en çok kullanılan ve kişilik psikologlarının üzerinde anlaşmaya vardığı Goldberg tarafından 1990 yılında geliştirilmiş Beş Faktör Kişilik Envanteri kullanılmıştır.16 PF kişilik envanteri 5 faktör modeli teorisine dayanmaktadır. Beş faktör kişilik envanter Kişilik özellikleri ile finansal risk arasında, Kişilik özellikleri ile sosyal risk arasında, Kişilik özellikleri ile psikolojik risk arasında, Kişilik özellikleri ile fiziksel risk arasında, Kişilik özellikleri ile zaman riski arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığına bakılmıştır. Araştırmada kullanılan ölçeklerin örneğe uygunluğu test edildikten sonra, kişilik özellikleri ile algılanan risk arasındaki karşılıklı ve çoklu ilişkiyi görebilmek için kanonik korelasyon analizi yapılmıştır. Analiz sonuçlarına göre uyumlu, sorumluluk sahibi ve yeniliklere açık olan kişilerin otomobil satın alma ve kullanma ile ilgili olarak daha çok performans riski ve psikolojik risk algıladıkları belirlenmiştir.

Makaleyi özetleyen: Büşra Toktaş

Makale Özeti: 16 PF QUESTIONNAIRE

16 PF kişilik envanteri Raymand Cattell tarafından 1960’lı yıllarda üzerinde çalışılmış olup Cattell, birçok kişi tarafından bu teorinin babası sayılmaktadır. Cattell’in bulguları, 16 temel kişilik özelliğinin analizine dayanmaktadır.16PF Kişilik Envanteri, 16 temel kişilik özelliğini ve 5 genel kişilik eğilimini ölçen ve dünyadaki kişilik envanterleri arasında en çok kullanılan ve en güvenilir kişilik envanterlerinden biridir ve literatürde “Big 5” olarak bilinen ve
birçok kişilik envanterinin temelini oluşturan modelin öncüsüdür.
Cattell, her bir kişilik özelliğinin birbirinden oldukça ayrı olduğunu varsayan yaklaşımı reddetmektedir. Bu sebeple, gelmesi sonucu bazı genel kişilik kategorilerinin oluştuğunu görmüştür. Cattell’in çalışması sonucu elde ettiği bu kategoriler, günümüzde kullanılan ve popüler olan diğer yaklaşımlarının temelini oluşturmaktadır. Envanter çoktan seçmeli 185 sorudan oluşmaktadır. Uygulama süresi yaklaşık olarak 45 dakikadır. Envanterde yer alan her faktör, 10’lu bir skala üzerinde düşük ve yüksek olmak üzere iki düzeyde değerlendirilmektedir. 16PF Kişilik Envanteri, 16 “temel kişilik özelliğini ölçmektedir. Bu kişilik özellikleri (boyutları), Sıcakkanlılık, Problem Çözme, Strese Tolerans, Baskınlık, Canlılık, Kurallara Bağlılık, Sosyal Girişkenlik, Duyarlılık, İhtiyatlılık, Soyuta Odaklılık, Ketumluk, Kendini Sorgulama, Değişimlere Açıklık, Kendine Yeterlik, Mükemmeliyetçilik ve Gerginlik şeklinde sıralanabilir.
Bu makalede 16PF kişilik envanterinin nasıl yorumlaması gerektiği ve faktörler arasındaki ilişki üzerinde durulmuştur. Bir faktörün birbirleriyle bağlantılı da olsa çeşitli özellikleri içerdiğini göz önünde bulundurarak faktör güvenilirlik katsayılarının yeterli ve iyi düzeyde olduğu yorumlanmıştır.
A Faktörü insanlara yönelik ilgiyi ölçer. B Faktörü soyut kavramları kullanma ve bu yolla öğrenme kabiliyetini ölçer. C faktörü, Egonun ne kadar başarılı çalıştığını gösterir.E faktörü, hükmetme eğilimini ölçer.F faktörü bireyin coşku durumunu-canlılığını ölçer.G Faktörü, bireyin içinde bulunduğu toplumun moraline, değerlerine bağlılığını ve ilgisini ölçer.H Faktörü, bireyin sosyal girişkenliğini ölçer.I Faktörü, bireyin duygularına göre davranıp davranmadığını ölçer.L Faktörü, bireyin kendini diğer insanlarla ne ölçüde bir gördüğünü ölçer.M faktörü, bireyin soyuta odaklı mı yoksa pratige ve çözüme odaklımı olduğunu ölçer.N Faktörü bireylerin ilişkilerinde ne derece içten davrandığını, diğer bir değişle bireylerin ilişkilerinde maske kullanma sıklığını ölçer.O faktörü Cattell’e göre bireyin kendisine olan saygısını yitirip yitirmediğini ölçmektedir.Q1 Faktörü Cattell, Elber ve Tatsuoka’ya göre kişinin değişmeyle ilgili psikolojik yönelimini göstermektedir.Q2 Faktörü bir kişinin birine yada bir gruba bağımlılık derecesini ölçmektedir.Q3 faktörü, bireyin ben kavramına bağlılığını, ilgisini ve ona kendini verisini ölçmektedir.Q4 faktörü otonom sinir sisteminin uyarılması sonucu ortaya çıkan fizik olayları ölçer, diğer bir değişle “Sinirliliği”-“Gerginliliği” ölçer.

Makaleyi özetleyen: Büşra Toktaş

Makale Özeti: Scores on the 16 Personality Factor Test and Success in College Calculus

Bu çalışmada kişilik faktörleri ile matematik alanındaki başarının ilişkisi ele alınmıştır. Daha öncede bu ilişkiyi ele alan birçok çalışma vardır. Birçok bilim adamı akademik başarı, matematik alanındaki başarı ile kişiliği oluşturan faktörlerin ilişkisi araştırmıştır ve bu araştırmalar sonucu ikisinin arasında bir ilişki olduğu bulunmuştur.
94 öğrenciye 16 pf kişilik envanteri uygulanmıştır. Bu öğrencilerin 52' si kız, 42'si erkektir. Kız öğrencilerin yaş ortalaması 18,9 ve erkek öğrencilerin yaş ortalaması 20,9 dur. Bu envanterle beraber öğrencilerin matematik final sınavlarının sonuçları karşılaştırılmıştır. Özellikle 2 değerin matematik başarısında çok büyük etkisi olduğu anlaşılmıştır. Bunlardan biri G faktörüdür. G faktörünün özellikle matematik başarısında çok büyük rolü vardır. Bu faktörden yüksek puan alanlar, içinde bulunduğu toplumun moraline, değerlerine bağlıdır ve ona göre hareket eder. Bu bireyler için önemli olan değerlere uygun yaşamaktır. Bu kişiler genellikle güvenilir, kararlı ve iradeli kişilerdir. Davranışları üzerinde güçlü bir kontrole sahiptirler. Sorumluluk gerektiren isleri severler ve seçerler. İnsanlara yardım etmeyi severler. Bu faktörden düşük puan alanlar, içinde bulunduğu toplumun moraline ilgisizdirler, her şeyi araç olarak görürler ve genellikle kendileri ile ilgilidirler ve açgözlüdürler. Bağımsızdırlar, sorumluluk gerektiren işleri sevmeleri, kararlı ve iradeli olmaları matematik başarılarının artmasına vesile olur.
A faktörü de bu 2 önemli faktörlerden biridir. A faktöründen yüksek puan alanlar. İnsanlarla ilişki içinde olmayı seçerler. Dostluklar kurmaya büyük önem verirler. İlgileri varlıklardan ve iç dünyalarından çok ilişkileri üzerinde yoğunlaşmıştır. Yalnız olmayı istemezler. Bir grupla birlikte olmayı tercih ederler. Yarışma gerektiren islerden hoşlanmazlar. Çevresinde bulunanların yanlışlarını fark etmezler ve gördüklerinde eleştirmekten kaçınırlar. Duygularını kolayca ortaya koyabilirler. İşbirliğine yatkındırlar. Girişken, uyumlu ve işbirliğine yatkın kimselerdirler.A faktörünün başarıyla olan ilişkisi çok net anlaşılamamakla birlikte, çıkan sonuçlara göre başarıyı etkileyen en önemli faktörlerdendir.

Makaleyi özetleyen: Büşra Toktaş

Makale Özeti: PERSONALITY MODEL OF FINE ARTIST

Güzel sanatlar sanatçıları ile güzel sanatlarla ilgisi olmayan insanların arasındaki kişilik faktörleri farkının olup olmadığını araştıran bir çalışmadır. 51 tane yetişkin ( yaş ortalaması: 44.65) ve deyimli ( ortalama çalışma senesi: 15.98) olan Calcutta, Delhi, Bombay ve Madras gibi 4 metropol şehrinde yaşayan sanatçılarla çalışılmıştır. Sanatçılarla diğer insanları karşılaştırmak için 51 kişi seçilmiştir. Bu 51 kişi öğretmenler, bankacılar ve fizikçiler arasından seçilmiştir. Bu kişilerin yaş ortalaması 37.45'tir. Tüm katılımcılara 16 PF kişilik envanteri uygulanmıştır. Bu şekilde katılımcıların kişilik faktörleri arasında farklılıklar ortaya çıkacaktır.
Sanatçılarda A faktörü düşük çıkmıştır. A faktöründen düşük puan alanlar enerjilerini iç dünyalarına yöneltmişlerdir. İlişkilerinde mesafeli ve çekingendirler. Bireysel çalışmayı severler. İlişkilerin her zaman olumsuz yanını görürler.
Sanatçılar E faktöründe yüksek skor almışlardır. Bu faktörden yüksek puan alanlar, kendilerini diğer insanlardan farklı ve üstün olarak algılarlar. Başkalarının düşüncelerine ve isteklerine önem vermezler. Her zaman yönetme arzusu içindedirler. Otoriteye bas kaldırırlar. İnatçıdırlar. Saldırgandırlar. Yarışmaktan hoşlanırlar. Eleştirici ve alaycıdırlar. Blöfçüdürler.
Sanatçılarda I faktörü yüksek çıkmıştır. Bu faktörden yüksek puan alan bireyler, duygusal tepkilerine göre karar verirler, empati yetenekleri güçlüdür, acıma duyguları gelişmiştir ve duyarlıdırlar, hayalperesttirler, romantiktirler: fantezi ve istekleri ile düşünür ve hareket ederler. I+ bireyler kendilerini anlatmakta büyük sıkıntı çekerler.
16 PF kişilik envanterinin sonuçlarına göre sanatçı olmayan kişiler sanatçılara göre daha girişken, sanatçılar diğer insanlara göre daha dominant ve daha öznel ve duyarlıdır.

Makaleyi özetleyen: Büşra Toktaş

Makale Özeti: Internet Addiction: Personality Traits Associated with Its Development

İnternet, insanların her türlü bilgiye çok kısa bir zamanda ulaşmasını ve diğer insanlarla çok hızlı bir şekilde iletişim kurabilmesini sağlayarak insan yaşamına önemli katkılar getiren bir iletişim aracıdır. Günümüzde bu iletişim aracının kullanımı inanılmaz bir hızla artmıştır. internetin gelişmesi insan yaşamını olumlu yönlerde etkilemekle birlikte, internet bazı olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir. Bazı kullanıcılar uzun bir süre hiç yerinden kalkmadan ya da günlük yaşamına ilişkin etkinlikleri ihmal edecek, geciktirecek/erteleyecek bir biçimde interneti kullanabilmektedirler. Bu kullanıcılar, sağlıksız/problemli internet kullanım davranışı nedeniyle giderek yaşamlarında daha çok sorunla ve psikolojik bozulmalar ile karşılaşır hale gelmişlerdir. Bu durum, özellikle interneti yaygın bir biçimde kullanan bireyleri daha fazla etkiyebilmektedir.
Young (1998) internet bağımlılığının teşhisi için patolojik kumar oynamanın DSM-IV ölçütlerini temel alarak internet bağımlılığına ilişkin bir ölçüt listesi önermektedir (internete ilişkin aşırı zihinsel uğraş, internette geçirilen süreye gittikçe daha fazla ihtiyaç duyma, internet kullanımı azaltıldığında huzursuzluk, sinirlilik gibi yoksunluk belirtileri gösterme…). Bazı araştırmacılar ise internet kullanıcılarının internetin kendisine değil internetten elde ettikleri kumar oynama, sohbet, alış-veriş ve oyun gibi materyallere bağımlı olduklarını belirtmektedirler
Bu araştırma gönüllü katılımcılarla yapılmıştır. İlk başta Young' un internet bağımlılığına ilişkin geliştirdiği 8 soruluk anket yapılmıştır. Daha sonra katılımcılara 16 PF kişilik envanteri uygulanmıştır. Sosyal bağları zayıf olan insanların, yani normal yaşamda diğer insanlarla daha az iletişim kuran insanların bu rahatsızlığa daha yatkın olduğu görülmektedir. Buna ek olarak depresyonda olmak, çok kaygılı olmak veya bireyin özsaygısının düşük olması gibi özellikler internete bağımlı olmaya çanak tutmaktadır.

Makaleyi özetleyen: Büşra Toktaş

Makale Özeti: The Psychometric Properties of the 16PF Among Male Anglican Clergy

İngiliz kilisesindeki rahiplerin psikometrik özellikleri 16 pf kişilik envanteri kullanılarak incelenmek istenmiştir. Daha öncede buna benzer pek çok araştırma yapılmıştır.16 pf kişilik envanterinde A Faktörü insanlara yönelik ilgiyi ölçer. B Faktörü soyut kavramları kullanma ve bu yolla öğrenme kabiliyetini ölçer. C faktörü, egonun ne kadar başarılı çalıştığını gösterir.E faktörü, Hükmetme eğilimini ölçer.F faktörü bireyin coşku durumunu-canlılığını ölçer.G Faktörü, bireyin içinde bulunduğu toplumun moraline, değerlerine bağlılığını ve ilgisini ölçer.H Faktörü, bireyin sosyal girişkenliğini ölçer.I Faktörü, bireyin duygularına göre davranıp davranmadığını ölçer.L Faktörü, bireyin kendini diğer insanlarla ne ölçüde bir gördüğünü ölçer.M faktörü, bireyin soyuta odaklı mı yoksa pratiğe ve çözüme odaklımı olduğunu ölçer.N Faktörü bireylerin ilişkilerinde ne derece içten davrandığını, diğer bir değişle bireylerin ilişkilerinde maske kullanma sıklığını ölçer.O faktörü Cattell’e göre bireyin kendisine olan saygısını yitirip yitirmediğini ölçmektedir.Q1 Faktörü Cattell, Elber ve Tatsuoka’ya göre kişinin değişmeyle ilgili psikolojik yönelimini göstermektedir.Q2 Faktörü bir kişinin birine yada bir gruba bağımlılık derecesini ölçmektedir.Q3 faktörü, bireyin ben kavramına bağlılığını, ilgisini ve ona kendini verisini ölçmektedir.Q4 faktörü otonom sinir sisteminin uyarılması sonucu ortaya çıkan fizik olayları ölçer, diğer bir değişle “Sinirliliği”-“Gerginliği” ölçer.
Bu çalışmaya 441 İngiliz kilisesi rahibi katılmıştır. Katılımcılardan 2 si 30 yaş altı, 89'u 30-39 yaş arasında, 195' i 40-49 yaş arası, 143'ü 50-59 yaş arası ve 12'si 60yaş üzerindedir. Katılımcılara 187 çoktan seçmeli soru verilmiştir ve hepsinin cevaplandırılması istenmiştir. Nerdeyse tüm faktörlerin sonucu düşük çıkmıştır. A, B,C, E, F, G, I, L, M, N, Q1, Q2 ve Q3 faktörleri düşüktür. Ve durum beklenmeyen sonuçların elde edildiğini göstermiştir. Rahiplerin büyük bir çoğunluğunun bu faktörlerdeki sonuçları şaşırtıcıdır. Yüzeysel geçerliliği ve homojenliği az olan ölçekleri vardır. Böyle alanlarda 16 pf kişilik envanterinin kullanımı gözden geçirilmelidir.

Makaleyi özetleyen: Büşra Toktaş

Makale Özeti: Multimodal Framework for Clinical Hypnosis

Lazarus bu yazısında öncelikle kendisini, multimodal terapi şeklini geliştirmeye yönlendiren faktörler üzerinde duruyor ve eklektik yaklaşımın öneminden bahsediyor.
Ayrıca hipnozun multimodal terapide kullanılış şekli ile ilgili bilgiler veriyor. Lazarus’a göre hipnoz bir terapi şekli değil, ancak terapide kullanılan bir araç olabilir.
Lazarus, ‘davranışsal terapi’ ve ‘davranışçı terapist’ kavramlarını makallerinde kullanan ilk isimdir.
Daha sonraki yıllarda ise Lazarus, terapiyle ilgili düşünceleri üzerine çalıştı ve multimodal terapiyi geliştirdi. Bu görüşe göre insanlar, davranışta bulunan, hisleri olan, hayal eden, düşünen, diğer insanlarla etkileşim halinde olan biyolojik varlıklardır ve bu sebeple bunların herhangi biriyle ilgili bir sorun ortaya çıktığında tek tek hepsinin tedavi edilmesi gerekmektedir. Multimodal terapi, birbirinden farklı, fakat aynı zamanda da birbiriyle ilişkisi olan bu boyutları yedi başlık altında toplamıştır. Bunlar; Davranış, Etki, Duyum, İmgeler, Biliş, Kişilerarası ilişkiler, İlaçlar ve biyolojik faktörler - Behavior, Affect, Sensation, Imagery, Cognition, Interpersonal relationships, and Drugs and biological factors – BASIC-ID. Danışanlar, terapiye genellikle bu alanlardan iki ya da daha fazlasında ilgili şikayetleriyle gelirler.
Multimodal terapi, sosyal ve bilişsel öğrenme teorilerini temel alır.
Multimodal terapinin tam karşıtı olan terapi yöntemi Rogerian ya da birey merkezli terapi olarak bilinir.
Multimodal terapide önemli olan ‘kim tarafından uygulanan, hangi terapinin o bireyin ne tür bir problemlerinde etkili olabileceği’nin bilinmesidir. Her birey için uygulanması gereken farklı tür terapiler vardır ve herkese uyan tek bir terapi kalıbı yoktur.
Lazarus’a göre eğer bir danışan hipnozla tedavi edilmek istiyorsa o, bu şekilde tedavi edilmek istemeyen bir danışana kıyasla hipnozun yararını daha fazla görecektir.
‘Hiçbir terapi şeklinin genel olarak diğerinden bir üstünlüğü yoktur’ düşüncesi bu alanda çalışan birçok insan tarafından kabul gören bir görüştür. Ancak her bir terapi türünün diğerlerine göre daha başarılı olduğu bazı hastalık türlerinin olduğunu da unutmamak gerekir.
Multimodal terapi üzerine bazı eleştiriler de bulunmaktadır. Bunların başlıcaları; multimodal terapinin çok geniş kapsamlı ve esnek olması, ve çok kişisel olmasıdır. Ayrıca multimodal terapinin belli bir kalıbının olmaması ve eklektik bir bakış açısıyla çalışması da eleştiri alan yanlarından bir diğeridir. Ancak multimodal terapiyi benimsemiş terapistlere göre bu doğru değildir. Multimodal terapinin bir uygulanış biçimi ve çerçevesi vardır ve bunlar uygulanmaktadır.

Referans:
Lazarus, A. A. Multimodal Framework for Clinical Hypnosis. Multimodal Behavior Therapy. New York: Springer, 1976.

Makaleyi özetleyen: Zeynep Arabacı

Makale Özeti: Multimodal Therapy A Useful Model for the Executive Coach

Richard bu makalesinde Lazarus’un geliştirdiği Multimodal terapinin, yöneticilerin ve çalıştırıcı koçların da başvurabileceği çok etkili bir model olmasının üzerinde durmuştur. Klinik uygulamalarının dışında Multimodal terapinin endüstriyel alanda ve iş yerlerinde de kullanilabilir olduğu görüşünü savunmaktadır.
Multimodal terapi yedi model üzerine kurulmuştur (BASIC-ID - behavior, affect, sensation, imagery, cognition interpersonal relationships, and drug/biology) ve ilk görüşmede terapist danışana bu modellerle ilgili sorular sormaktadır. Hangisinde ya da hangilerinde problemler olduğunu saptadıktan sonra ise o modele odaklanarak sorunları çözmeye çalışmaktadır.
Bu model her ne kadar ilk bakışta Bilişsel Davranışçı Terapi (CBT)’ye çok benziyor gibi gözükse de öyle değildir. Lazarus, bu terapi şeklini oluştururken teknik eklektizmden faydalanmıştır. Terapist, her bir danışanı için kişiye özel teknikler kullanmalı ve yedi modeli de (BASIC-ID) detaylı bir şekilde ele almalıdır.
Multimodal model ayrıca kişilik özellikleri ile mesleğin gereklilikleri arasındaki farkı saptamada da çok etkilidir. Bu alandaki problemler üzerinde çalışmak için davranışları ve kişilerarası ilişkileri (behaviors and ineterpersonal modalities) incelemeye öncelik verilmelidir.
Yönetici koçluk alanında multimodal model, problem odaklı olduğundan çok etkili olabilmektedir.
Makaleye göre Multimodal modelin eksik yönlerinden biri direkt olarak işle ilgili soruları içinde bulundurmaması. Ancak bu alanla ilgili detaylı sorular kullanıcı tarafından modele eklenebilir.
İlaç ve biyoloji kategorisinde, alkol veya uyuşturucu kullanımıyla ilgili direkt sorular problem oluşturabileceğinden bu konuyla ilgili sorular sorulması gerektiğinde daha dikkatli olunmalıdır.
Multimodal modelin hem klinik terapi alanında hem de koçluk, antrenörlük alanında kullanılabilir olması bakımından benzerlikleri vardır ancak farkların da belirtilmesi faydalı olacaktır.
Klinik alanda daha çok tanı üzerine yoğunlaşılır, danışan merkezli bir sistem uygulanır, terapi süresince herhangi bir gelişme varsa bu danışan tarafından değerlendirilir, terapi yüz yüze yapılır, ücret, danışan ya da sağlık sigortası tarafından karşılanır. Koçluk alanında ise daha çok, iş performansını geliştirme gibi konular üzerine yoğunlaşılır, koçluk alanında süreç, emir veya bilgi verme şeklinde sürdürülür, ilerleme ve gelişmeler sayısal değerlerle somut bir şekilde ölçülür, koçlukta telefon görüşmeleri ve e-mailler de kullanılabilir ve son fark da ücretlerin ödenme şeklidir. Ücretler şirket tarafından ödenir.
Multimodal terapi endüstriyel/organizasyonel alanda eğitim görmüş ve bu alanda çalışan psikologlar tarafından oldukça başarılı bir şekilde uygulanabilmektedir.
Makalede son olarak çalışanların, ilk başlarda alanları dışından birisinin onlar için faydalı olmayacağı, performansı artırmada bir etkisinin olmayacağının düşünüldüğü ancak uygulanmasından ve faydalarının somut bir biçimde görülmesinden sonra bu önyargının kalktığından ve artık oldukça faydalı görülmeye başlandığından bahsedilmektedir.

Referans:
Richard, J. T. (1999). Multimodal Therapy: A Useful Model for the Executive Coach.
Consulting Psychology Journal, 51, 24-30.

Makaleyi özetleyen: Zeynep Arabacı

Makale Özeti: Compensatory Aspect of Dreams: An Emprical Test of Jung’s Theory

Rüyalar psikolojik araştırma olarak Freud’la başlamış ve şimdi Aserinsky ve Kleitman’la rüya çalışmaları halen devam ediyor. Jung’un ise rüyalar hakkında geniş teorik yazıları vardır. Jung psikolojisi, zıt elementlerin denkleşmesi, yani bilinç ve bilinçdışının denkleşmesidir. Hall ve Lindzey bu Jung psikolojisini “Rüyalar tamamlayıcı, yani dışadönük bir insanın rüyası içedönük eğilim ve dışadönük bir insanın rüyası ise içedönük eğilim gösterir.” Olarak tanımlamıştır.
Gordon(1953) Tematik Algı Testi(Thematic Apperception Test-TAT) ile rüyaları 29 psikiyatrik hasta üzerinde karşılaştırma yapmıştır. Gordon’un bulgularına göre tamamlayıcı(compensatory) etkisini 4. hipotezde “Rüyalar ben’liğin ifadesidir.”de yer almıştır.
Rychlak ve Brams(1963) var olan ya da olmayan rüyalarda 4 büyük tema kullanmıştır. 41 kolej öğrencilerine Minnesota Çok Yönlü Envanteri(MMPI) ve Edwards Kişisel Tercih Programı(EPPS) uygulanmıştır. Sonuç olarak bu çalışma tamamlayıcı(compensatory) teoriyi desteklememiştir.
Son olarak direk Jung’un hipotezini Palmiere(1972) Myers-Brigss Tip Göstergesi ile 114 üniversite öğrencisi üzerinde içedönük-dışadönük ölçeğini uygulamıştır. Palmiere’nin hipotezi “Dışsal fanteziler daha çok bastırılmış içedönüğü ve içsel fanteziler ise bastırılmış dışadönüğü sergiler.” şeklinde idi. Bu hipotez tamamlayıcı(compensatory) hipotezi desteklemedi.
Son ve esas makale konusu olan çalışmada ise Jung’un tamamlayıcı(compensatory) kavramına ispat niteliğinde kişilik boyutlarının psikometri araçlarla ya da rüya tutanaklarının oranlarıyla ölçülmesi amaçlanmıştır. Bu araştırma büyük devlet üniversitesinin onur programından 73 genç ve yaşlı katılımcı ile yapılmıştır. EPPS ve ACL kullanılmıştır. 626 rüya bölümlerinden oluşan çalışma 0–21 rüya aralığını kapsamıştır. 62 öğrenciye en az 3 rüya bölümü uygulanmış ve bu 3 rüya bölümü her öğrenci için rastgele seçilmiştir. 186 rüya bölümü bilgi analizi için kullanılmıştır. Rastgele seçilmiş 20 rüya bölümü 5 deneyci tarafından ve 186 rüya bölümü 15 boyutta(başarı, öfke, değişkenlik gibi…) değerlendirilmiştir.
EPPS ölçümüne göre ilk 6 bağ pozitif olarak rüya oranlarıyla anlamlı çıkmıştır, (Başarı, Saygı, Bağlılık, Hâkimiyet, Değişkenlik ve Heteroseksüellik). ACL ölçümüne göre ise 10 bağ pozitif olarak rüya oranlarıyla anlamlı çıkmıştır. (Başarı, Saygı, Emir vermek, Yardımsever, Hâkimiyet, Sağlık, Değişkenlik, Dayanıklılık, Heteroseksüellik ve Öfke).
Sonuçlar tamamlayıcı(compensatory) hipotezini psişik açıdan desteklemiyor. Sonuç Adler ve Hall’ün teorisine uygun olarak gösteriyor ki “rüyalar günlük düşüncelerle farklılık göstermez.”
Geçerli çalışma rüyaların tamamlayıcı(compensatory) görünüşüyle desteklenmiyor fakat farklı boyutlar da farklı popülâsyonla yapılan ileriki çalışmalarda desteklenebilir.

Referans
Domino, G.,(1976) Compensatory Aspect of Dreams: An Emprical Test of Jung’s Theory. Journal of Personality and Social Psychology 34, 4, 658–662

Makaleyi özetleyen: Seçkin Ceylan

Makale Özeti: The Origin and Significance of the Existential Movement in Psychology

Rollo May, bu makalede varoluşçuluğu tanımlamaya, açıklamaya, psikoloji dünyasındaki varoluşçuluğun nerede olduğunu, psikolojiye ne gibi katkıları olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
İlk olarak Varoluşçuluğu, Freudçu bir psikoloğun, psikanalizi işinde uygulaması gibi ele almamak gerekir. Varoluşçuluk, psikiyatristler ve psikologlar için, terapi yöntemi olarak kullanılan kesin kalıpları olan, net olarak tanımlanmış olan, özel bi yöntem değildir. Terapiler için bilinen genel durum, dikkatle belirlenmiş aşamalar, stratejik teknik müdahaleler, terapistin ifadesini aktarma biçimi ve çözümlemeleri ve yorumlarının dikkatlice yapılması gerektiğidir. Genel kabul gören metinlerde, dergi ve makalelerde, seminerlerde, yani genel geçer-kabul gören terapi anlayışına şekil veren mercilerde terapi, bu şekilde sunulur. Ama May’e göre, usta bir aşçının herkese verdiği tarif dışında, kimsenin bilmediği, aşçının yemeğine asıl tadı veren ve herkesinkinden farklı bir lezzete sahip olmasını sağlayan, kendine özgü yemeğe kattığı baharatlar gibi, gerçek bir terapist de, kimsenin bakmadığı sırada gerçek şeyi serpiştirebilmelidir.

Varoluşçu hareket, Avrupa’nın çeşitli yerlerinde, o zamanlardaki bir çok psikoloji öğretisi arasından, farklı ağız ve zihinlerden dökülerek, kendiliğinden sıçrama göstermiş bir akımdır. Bu hareketin fikir temellerini atanların ilkleri arasında Paris’ten Eugene Minkowski, Almanya’dan Erwin Straus ve V. E. Gebsattel sayılabilir. Bir sonraki evrede de bu hareketi benimsemiş araştırmacılara artık varoluşçu denilebilir ki, bu devrede İsviçre’den Ludwing Binswanger, M.Boss, Roland Kuhn, Hollandadan Van Der Berg, F.J Buytendijk gibi isimler vardır. Varoluşçu bu isimlerin temeline bakılırsa zamanın favori akımlarından ikisi görülür; bazıları Freudçuyken bazıları da Jung’un etkisi altındadırlar. Farklı psikoloji görüşlerine sahip okullarda ya da hocalarda yetişmiş bu isimlerin ortak yönü daha sonra varoluşçuluk hareketinde birleşmeleridir. Viyana Psikoanalitik Topluluğu’ndan olan Binswanger analtik-varoluşçu temeller üzerine kurulmuş bir psikoterapinin tedavi için, hastanın yaşam geçmişini araştırdığını ama bu geçmişi ve bu tarihe ait patolojik kişisel özellikleri herhangi bir psikoterapi okulunun öğretilerine göre açıklamadığını ifade ediyor. Varoluşçuluğun, bu yaklaşım yerine, hastanın dünyadaki var oluşunun temel yapısını ve hastanın buna, kendi varlığına ve dünya varlığına algısını değiştirmeye yönelik, hastayı ve onun geçmiş hayatını anlamaya çalıştığını, bunu temel aldığını belirtiyor. Aslında varoluşçularla, Freudyen ve de neo-Freudyenleri ayıran nokta da bu tanımda belirtiliyor bence. Bilindiği üzere Freud’a göre, bi terapi her zaman bir kazı çalışması gibi hastanın derinlerinde saklı olan ruhu kazıyıp asıl noktaya ulaşmayı hedefler. Bir anlamda insanın hayatındaki en baştaki olayların kişideki psikolojik kalıntıların bulunduğu temel çatışma alanı olarak görür yani bir çatışmanın temeli ne kadar eskiye dayanıyorsa, bu durum kişide o kadar derin psikolojik etki yaratır. Bir bakıma Freud’un yaklaşımı gelişimsel temellidir diyebiliriz. Varoluşçulukta ise temel gelişimsel olarak ilk olanlara bağlanmamıştır. Varoluşçuluğun merkezine aldığı ilk, derinlemesine araştırılması gereken, insanın geçmişi değildir; kişiyi, günlük kaygılarını bir kenara bıraktırıp varoluş hakkında derinlemesine düşünmeye sevk eder. İki akım arasındaki farkı şöyle de ifade edebiliriz ki; biri insanın olduğu hale nasıl geldiğine odaklanırken, diğeri insanın ne olduğu üzerine düşünür. Tabi ki insanın geçmişi şu andaki varlığını etkilemesi açısından önemlidir ve kişilerin süregelen-hissettikleri kaygılarıyla yüzleşmeleri adına da çok önemlidir ama varoluşçuluğa göre bunlar ve bunların üzerine gitmek gerçek manada bir iyileştirme için tatmin edici değildir. Varoluşçu terapinin temel zamanı geçmiş değil gelecek olan şimdiki zamandır. Terapist hastanın dünyasına girebilmelidir. Bütün varsayımlardan arınmış bir şekilde hastanın dünyasının olgularını dinlemelidir. Özetimin başında da belirtildiği gibi varoluşçuluğun ilklerinden ve de en iyi bilinenlerinden Binswanger’’ Yalnızca tek bir uzay ve zaman yoktur, insan sayısı kadar uzay ve zaman vardır .’’ demiştir.
Varoluşçuluk ve kendini bu akımda tanıyan insanların aslında Freud’u dinamik yapısına karşı olma ve terapistin hastanın dünyasına girmeli anlayışının dışında pek ortak bir ideada toplandıkları söylenemez. Bu Amerikalı – Avrupalı olma temelinden kaynaklanıyor bence. Kültür farklı, anlayış farklı. Ki yaşamsal anlamın üzerine şekillenmiş bir hareket olan varoluşçuluk için bu kavramlar çok ehemmiyetlidir. Muhtemelen dilden kaynaklanan nedenlerle de ilklerden diye nitelendirdiğimiz isimlerin Amerikan psikoterapik uygulama üzerinde çok az etkilerinin olması, yine de çarpıcıdır. Amerika’da, bir iki önemli ismin bir iki yazısından başka, Avrupa’dan çeviri olmamıştır.

Referans
May, R. The Origins and Significance of the Existential Movement in Psychology.

Makaleyi özetleyen: Merve Sarı

Makale Özeti: Varoluşçu Yaklaşımda Psikolojik Danışma ve Gruba Uygulanışı

Varoluşçu yaklaşım 20. yy.da Avrupa’da görülmeye başlanan bir yaklaşımdır. Savaşlar, ekonomik sıkıntılar yaşayan ve gittikçe değerlerini metalar üzerinden şekillendiren Avrupa insanı, bu sıkıntılar arasında ölümle yüzleşme, anlamsızlık, yalnızlık gibi varoluşsal eksiklikleri kendi hayatlarında yüksek ölçüde fark etmişlerdi. Bu makalede de varoluşçu yaklaşımın temel ilkelerine, psikolojik danışmanın varoluşçu yaklaşım açısından nasıl yapılabileceğine, tedavi yaklaşımına ve bu yaklaşımın gruba uygulanışı hakkında bilgiler verilmiştir.
Varoluşçu psikolojinin temelini oluşturan kavram Dasein’dir. Dasein var olmak anlamına gelir ve insan ve içinde bulunduğu zaman ve mekanın yani dünyanın bir bütün olduğunu, insanın varlığının dünyadan ayrı olmadığını ifade eder. Ayrıca diğer üç önemli kavramıysa Umweltth, Mitwelt ve Eingenwelth’dir.Bu kavramlar, sürekli değişme ve bir şey olma durumunda olan insanın dünyadaki var oluşunun, varoluşçu yaklaşım tarafından üçe ayrılan üç kriterini tanımlamaktadır.

Varoluşçu Yaklaşımın Temel İlkeleri

Varoluşçu yaklaşım insanın varoluşunun öz den önce geldiğini söyler ve insanı bir nesne olarak tanımlamaz. Bu yaklaşım insan davranışlarını Freud gibi bazı kavramlar(ego, bilinçaltı, iç güdü, fiziksel enerji) altında açıklamaz.Bunun insan bütünlüğünü bozacağını söyler.İnsan bu evrende seçimlerinden sorumlu olan tek varlıktır.Kişi ölümle yüzleşmelidir.Evrende doğruları ve yanlışları aramanın doğru olmadığını söyler çünkü evrende tek bir doğru ya da tek bir yanlış yoktur.Terapide teknik kullanımlar danışanı objeleştireceğinden, terapi için belirlenmiş teknikler yoktur.Danışma süresi danışanın kendi varoluş bilincine ulaşana kadar olmalıdır.
Varoluşçu Yaklaşımın Gruba Uygulanışı
Varoluşçu yaklaşım insanın doğasının iyi olduğunu savunur. Danışma sürecinde dört temel nokta üzerinde durur (ölüm, özgürlük, yalnızlık, anlamsızlık). Bu vurgularla danışana, hayatının kendisinin yaptığı seçimlerden oluştuğunu ve bunun sorumluluğunun sadece kendisine ait olduğunu anlatabilmek amaçlanır. Grup liderleri terapiyi, yönetmek ve şekillendirmekten çok, kendisi de gruba dahil olarak sürdürür. Terapist kendisine de o anda konuşulanlarda, yorumlamalarda aktif olarak yer verir. Geçmişe takılıp kalınmaz ancak bugünü aydınlatabilmek için geçmişten faydalanılabilir. Kişi varoluşsal sorumluluğunu üstlenebildiğinde, psikolojik rahatsızlıklarında geçeceğine inanılır. Kişilerin kendi davranışlarının başkaları tarafından nasıl şekillendirildiklerini görmeleri de varoluşsal terapinin ilk adımlarındandır. Ayrıca birey, kendi tutum ve tepkilerinin başkaları üzerinde nasıl etki ettiğini de grup vesilesiyle gözlemleyebilmektedir. Sonuç olarak danışan grup içindeki yaşantısıyla, hem kendisinin nasıl etkilendiğini, hem de kendi düşünce ve tutumlarının başkası üzerindeki etkilerinin görmeyi öğrenerek kendi benlik değerlendirmelerinin yeniden şekillendirebilir.

Referans:
Koçak, R. & Gökler R. (2008): Varoluşsal Yaklaşımda Psikolojik Danışma ve Gruba Uygulanışı. Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi 2, 91- 107.

Makaleyi özetleyen: Merve Sarı

Makale Özeti: HISTORICAL ROOTS OF MODERN ANXIETY THEORIES

Bu makalesinde Rollo May anksiyetenin tarihsel kökenine, bireylerin anksiyetelerini ve buna sebebiyet veren durumları ele almıştır. May sırasıyla farklı yüzyıllarda Spinoza, Kierkegaard ve 20 yüzyılda Freud’un birbirlerinden farklı kaygı teorilerine gı oluşturan değinmiştir. Bu teorilerin, kültürün tarihsel gelişimi içindeki özel insanların deneyimlediği anksiyeteyi yaratan durumların şekillendirilmesi olarak anlamlandırılabileceğini ifade etmiştir.
Modern felsefenin babası olan Descartes, ünlü ‘’düşünüyorum öyleyse varım’‘ ifadesiyle düşünme süreciyle bi anlamda beyni bir anlamla da vücudun arasında bir farklılığı ortaya atmıştır. İnsan varlığındaki bu bölünmenin sonraki yüzyıllarda kaygının merkez noktası olma özelliği taşıyacağı bilinmiyordu. Rönesans’la beraber hızla gelişen ve şekillenen maddi tatminler, endüstri devrimiyle artan saniyeleşme, makineleşme ve mekanikleşme ve bununla beraber gelen mekanik olmayana karşı artan bastırma, sindirme tutumları, bu zamanların birbirlerini etkileyen sebep ve sonuçlarıdır. Fiziksel dünyaya hükmetme amacı, aslında içinde bir korkuyu barındırıyordu. Tüm bunlar bu korkuların da etkisiyle şekillenmiştir. Bu korkular 17 ve 18. yüzyıllarda, korkularla savaşan hayali ve olağanüstü güçleri olan kahramanları bile yaratmıştır. Spinoza 17 yy.da insan duygularının matematiksel olarak kontrol edilebileceğini ve etiği geometrik şekiller içinde ifade etmiştir. Ona göre korku umutsuz olamazdı. Korku ve umudun hep yan yana olduğunu söylemiştir. Spinozanın bu görüşleri Kiekegard’dan ve Freud’dan farklıdır. Çünkü bu iki adam anksiyeteye değinirken Spinoza’nın anahtar kelimesi korkudur.
17. yy.daki farklı görüşte olan bir ses de Blaise Pascal’dı. Pascal, insan doğasının çeşitliliğine ve içinde zıtlıklar barındırdığına inanmıyor, matematiksel sebeplerle kavranabileceğini söylüyordu. Fakat Pascal sebeplere çok fazla sorumluluk yüklemiş, onların her şeyi açıklayabileceğini, değişmez olduğunu iddia etmiştir. Ama sebeplerin insandan insana değişeceğini ve bunların gerçek manada her duyguyu etkileyen değişken şeyler olduğu noktasını es geçmiştir. Kalbin bilinmeyen sebeplere sahip olduğu cümlesi Pascal’ın meşhur bir cümlesidir ve 2 yüzyıl sonra, Freud’la psikanalistçiler için temel oluşturan bir ifadedir. Ayrıca, Pascal sadece kendi yaşadığı kaygısal deneyimleriyle ilgilenmemiştir, bizzat kaygı kavramıyla ilgilenmiştir. Sadece kendi yaşantıladığıyla değil, çevresindekilerin kaygısal deneyimlerini de gözlemlemiştir.
Yazar 18. yüzyıldan 19. yüzyıla değişen kültürel farklılığını ifade edebilmek için, Spinozayla Kierkegaard’ı karşılaştırmıştır. İkisi de düşüncelerinin temelinde etik ve dinsel tutumlara sahiptirler. Ayrıca Rollo May’e göre ikisi de, psikolojik kavrayış ve önsezide olağanüstü bir yeteneğe sahiptirler.

Referans
May, R.(1979). Historical Roots of Modern Anxiety Theories. WW Norton & Co. New York

Makaleyi özetleyen: Merve Sarı

Makale Özeti: EXISTENTIALISM AND IBN-I SINA (AVICENNA)

Bu makalede, varoluşçuluğun tarihsel sürecine ve bu perspektifteki düşünürlerin görüşlerine değinerek, varoluşçuluk felsefesi, İbn-i Sina’nın (Avicenna) varlık felsefesi, vücud ve mevcüdat kelimeleri üzerinden açıklanmıştır. Makaledeki bir diğer başlık da vücud (existence) ve mahiye (essence) arasındaki farktır.
Varoluşçuluk kendini tamamen doğruya dönüş olarak tanımlar. Bunu da ancak bireyin kendi varoluşunu tamamlayabildiği ölçüde gerçekleştirebileceğini söyler. İnsanlar varoluşlarını tamamlamak için kendi hayatlarının sorumluluklarını almalılardır. Bunu da ancak hayatlarıyla ilgili seçimler yaparak üstlenebilirler. Sartre, 20. yy.da Avrupa’da yaygınlaşan “burjuva ahlakına”, seçme özgürlüğünü kısıtladığı, bireyin kendi doğrusunu bulmasına, dürüst ve otantik ilişkiler kurmaya imkan vermediği gerekçesiyle karşı çıkıyordu. Sartre’ye göre baskı seçme hareketindedir. Ve en önemlisi varoluş özden önce gelmektedir.
Varoluşçuluk ikinci dünya savaşından sonra farklı dayanak noktalarından belki de 2 farklı grup ortaya çıkmıştır. Bir yanda Tanrı tanımaz bir varoluşçuluktan (Heidegger, Sartre), diğer tarafta da temelde Hıristiyan bir varoluşçuluktan (Kierkegard, Jaspers, Marcel) söz edilir. Varoluşçuluğa göre, maddesel şeyler ne iseler oldukları halde, insanın olduğu haliyle örtüşen ve çakışan bir varlık değildir. Nesnelerin durağan var oluşu, insanın "durağan-dışı" varoluşu (Heidegger, Sartre) ile karşıtlaşır; insan cansız nesnelerin durağanlığından "kurtulan" ya da bazılarına göre onlardan ortaya çıkan" (bu eylem, bilimsel nedenselliğe bağımlı nesnelerin "üstüne yükselme" olarak da anlaşılabilir) varlıktır.
Kiekegar ise salt göreve bağlılığın kişisel sorumluluğu ihmal ettiğini görüp yeni bir yol öneriyordu. Dinsel yolda kişi Tanrı’nın iradesine kayıtsız şartsız boyun eğiyor ve bu sayede “otantik bir özgürlüğe” kavuşuyordu. Korku ve Titreme adlı kitabında bunu güzel bir örnekle anlatıyor. Kiekegard, Tanrı’nın İbrahim’den (a.s) oğlu İshak’ı kurban etmesini istediğinde , İbrahim (a.s)’ın içinde yaşadığı toplumun ahlaki normlarına hiçte uymayan bu emri, belki “korkarak ve titreyerek” ama imanı sayesinde sorgulamadan yerine getirmeye karar vermesini örnek gösteriyordu. İnsanın aklını imanından keskin bir çizgiyle ayıran bu uçurum bir iman sıçraması ile aşılabilirdi ancak. İbrahim (a.s) örneğinde görülende bu olmuştu Kierkegaard’a göre. İnsan varoluşun boşluğunda yaşanan keder ve ümitsizlikle karşı karşıya kalmak istemiyorsa aklını bir kenara koymalı ve yalnızca içinde hissettiği imana dayanarak önünde uzanan paradoksal, mistik ve riskli dünyaya dalmalıydı.
İbn-i Sina’nın varlık- varoluş felsefesine değinecek olursak da varoluşçu felsefedeki benzer kavramları karşılaştırmaktan başlamalıyız. Varlık diye tercüme ettiğimiz existence, Arapçada hem de İslam terminolojisinde ‘’vücud’’ kelimesiyle karşılanır. Mevcud’da varoluşçu terminolojideki ‘var olan’ anlamına gelmektedir. İbni Sina’ya göre her şeyin başlangıcında tek bir öz(essence) vardır. Ve her şey bu özün türevidir diyebiliriz ona göre.Her öz bir varlığı oluşturur ve de en etkin öz de akıldır.İbni Sina varlığın tasarlanabileceğini düşünmüştür. Yani bütün varlıklar, aslında tasarlanmış düşüncelerin maddesel forma girmiş halidir. Bu noktada varoluşçu yaklaşımındaki, ‘öz varlıktan önce gelir.’ Görüşüyle paralellik göstermektedir.

Referans:
Şahin, E.(2009). Existantialism and Ibn Sina. Ankara University, Vol: 2, No:2

Makaleyi özetleyen: Merve Sarı

Makale Özeti: VAROLUŞÇU PSİKOLOJİNİN TEMEL İLKELERİ

Engin Geçtan bu makalesinde varoluşçu psikolojinin kuruluş sürecine, onu şekillendiren ve geliştiren durumlara değinerek, temel ilkelerinden bahsetmiştir.
Yüzyılımızın varoluşçu felsefenin kurucusu olarak Alman filozof Heidegger kabul edildiğini söyleyen Geçtan, Heidegger’in, felsefeden psikoloji ve psikiyatriye bi köprü görevi yaptığını belirtmektedir. 20. yüzyılım ikinci yarısına doğru Avrupa’da başlayan Varoluşçuluk, sanatçılar yazarlar, din adamları entellektüeler, üniversite öğrencileri, yeni ve tutulan akımları izleme ve benimseme tutumunda olanlar, toplum düzeninden hoşnutsuz olanlar ya da ona tepkide bulunanlar için varoluşçuluk, her bir grup için değişik anlamlar taşıyordu. Almanya ve İsviçre dolaylarında hızla yayılan bu akım Amerika’da da tutulmuştur. Burada da en büyük savunucularından ikisi Rollo May ve Adrian Van Kaam ‘ın çalışmalarıyla tanınmıştır.
Heidegger bu psikolojinin temeline Dasein kavramını oturtmaktadır. Almanca bir kelime olan bu kavram, var olmak ya da varlık olmak anlamına gelmektedir. İnsan neden dünyaya geldiği sorusuyla isyankar bi şekilde yüzleşse de bir kere dünyaya geldikten sonra, kendi varlığının ne olacağı yada kendi varlığıyla ne yapacağı sorumluluğu sadece kendine aittir. Heidegger’e göre varlığının farkında olan tek yaratık insandır.

Beyin ve bedeni ayrı görmeyen Varoluşçu yapı Descartes’in duygu ve davranışları dış çevreden ayıran görüşünü de benimsemez. Onlara göre düşünen beyin değil insandır. İnsanı bütünü ile, parçalara ayırmadan ele alır ve ruhsal bedensel olarak ayırmanın, bilinç-biliçdışı diye bölümlere ayırmanın insanın bütünlüğüne zarar vereceğini savunur. Yani her şey bütündür. Buna binaen varoluşçulukta insanın dünyasın üç alanından bahseder. Bunlar; mitwelt kişisel ilişkilerimiz olarak, Umwelt kişinin kendi dışında kalan ailesi arkadaşları yaşadığı alan yada doğal çevre, Eigenwelt ise kişinin içgörü, farkına varış ve özbilinçlilik dünyası olarak tanımlanabilir.
Varoluşçu analistler zamanı psikolojik tablonun tam merkezine oturttuktan sonra, insanın asıl zamanının bugün ve ya geçmiş değil gelecek olduğunu öne sürerler.

Referans
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/40/494/5806.pdf

Özetleyen: Merve Sarı

Makale Özeti: Using Compassion to Change our Minds

Merhamet odaklı terapi ve merhamet zihin eğitimi (CMT), insanlara yardım etmede onları endişelendiren düşünceler, duygular ve davranışlar ile çalışır. Merhametli zihin çalışması aynı zamanda çeşitli şekillerde değişmektedir.
1. CMT negatif otomatik düşüncelerin tehdit ile ilgili olacağını savunuyor, o yüzden ilk olarak otomatik tepkilere odaklanmıştır. Eğitim, çevresel ve içsel tehdidi ayırıyor. İnsanların içsel ve çevresel tehditlere karşı endişelendiğini ve içsel tepki olarak ya kendilerini eleştirdiklerini ya da utanç duyduklarını açıklıyor.
2. İnsanlar korkuyu sadece acil durumlarda ki güçlü duygular, istem dışı ve hayallere karşı hissetmezler aynı zamanda onlar deneyimlerini değerlendirirken de korkabilirler. CMT ikinci olarak bu duyguların yol açtığı kendilerini eleştirme ya da kendilerine saldırma sırasına odaklanır. CMT, asabiyet, öfke, hayal kırıklığı ya da saldırgan ya da boyun eğme hor görülme gibi kendine saldırı duygularını incelemeye zaman harcıyor. Terapist danışana gerçekte kişisel eleştirinin ne olduğunu avantajlarını dezavantajlarını ve işlevini açıklıyor. Bu aşamada terapist kişisel eleştiri yaptığında yaşamındaki değişiklikleri, sesin aldığı hali, başkalarının onu eleştirmesinden duyduğu korkuyu açıklıyor. Kişisel eleştiri kişinin koruma stratejileri ile yakından ilgilidir.
3. CMT insanların tehdit sisteminin bir parçası olarak kendilerine saldırmalarını anlayabilmede onlara yardım ediyor. İnsanların yanlış yaparım ya da rezil olurum korkuları onları bir panik ve engelleme haline sonra kişisel saldırı içine girmelerine neden oluyor. Bazen de öz eleştiri bir anne, baba veya otorite figürü olarak kritik sesler ile hafızaya saldırır. Her iki şekilde tehdit güçleri kişisel saldırıda bulunur. Bu aşama değişim korkusunun dışında bir mantık olduğunun anlaşılmasında yardımcı olur.
4. Farkındalık yaklaşımı insanlara daha iyi gözlemci olmalarında ve düşüncelerinin akışına dikkat ederek hızlı olmalarında yardımcı olur. CMT fikirlerin kendisini değiştirmekten çok fikirlerin ilişkilerini değiştirir. Çocuklukta merhamet görenler daha kolay bu yaklaşımı uygular.
5. Oldukça farklı bir duygusal bir kaynaktan yeni bir duygusal deneyim oluşturmak zaman alır ve duygusal deneyim karşıt bir düşünce olarak onların hayal kırıklığı, öfke ya da öz eleştiri, hakaret geliştirebilirler. Akılcı ve kanıta dayalı yeniden değerlendirme onlar için yardımcı ve yararlı olur. Böylece tüm değiştirici düşünce ve davranışsal deneyler en iyi duygusal tonu ile yapılmalıdır. İlk olarak, bu kişiye kendini bir 'tür destekleyici ve nazik tavır geliştirilmesinin önemini açıklanmalı ve (üç daire modeline geri dönülür). İkinci olarak, nefes, görüntü ve yeniden odaklanma ile bu alışkanlığın kazanılmasına çalışılır.
Şefkatli düşünme; akıl yürütme ve düşünce üzerine düşünme süreci ile ilgilidir. Merhamet birçok bilişsel terapi unsurlarına odaklanır, örneğin; sorumluluğa çok nedensel fikirler geliştirme, benlik kaybı ve utandırmak böyle düşüncelere denge getirerek, her olay görme tek yerine genelleştirilmiş ortak insanlığı düşünme (negatif sosyal karşılaştırmalar mücadele için) üzerinde durur. Derin düşünmeyi önlemeye karşı yardımcı ve yıkıntılarını bir yöne yönlendirmek için şefkate odaklanmak önemli bir süreçtir.
Hikmet bizim doğamızda ki derin iç görüden ortaya çıkar. Merhametli davranışlar insanlar için en yararlı, besleyici, destekleyici ya da teşvik edici bir şeylere odaklanıyor. Eylemler önemlidir. Şefkatli davranış ve teslimiyet arasındaki ayrım netlik kazanmasına önem verilmiştir. Şefkatli davranışı hemen sakinleştirici değildir merhamet onun bir parçası olabilir ancak. Şefkatli davranışında hemen davranışa veya ileri hedeflere odaklanabiliriz. Bazen bir çatışma içinde üzülmek " en yararlı ve şefkatli şey nedir" düşünmek için zamana ihtiyacımız olur. Bunu bilmek her zaman kolay değildir ve beklenmedik sorunlar ile karşılaşabilirsiniz, ama şefkatli bir çözüm üzerinde odaklanmak duygusal tonumuzu belirler.
Merhamet duygusu değişim ve gelişimin tüm süreçleri bir duygusal sesi oluşturmak üzerinde duruyor. Bu nedenle bizim de, şefkat, nezaket sıcak ve rahatlatıcı duygular ile ilgileniyoruz. Bundan dolayı biz aklımızda onları, nazik, sıcak ve yumuşak bir tonda düşünceler oluşturmaya çalışıyoruz. Şefkatli duyguların önemi onların mutluluğuna ve gelişmesine odaklanmış olmasıdır. Birçok düşünce formları vardır; daha bir şefkatli kişi rolünü almak ve daha derin düşünmek ve merhametli olmak ve merhametli birinin kendi ile konuştuğunu hayal etmek, merhametli bir mektup yazma gibi çeşitli formları merhamete dikkat etmek düşünmek, davranmak ve hissetmek için kullanır.


Merhamet Odaklı Terapi Temelleri

Terapi uygulamalarında evrimsel ve sinirbilim modellerini kullanmayı öğretir. Bu modeli insanlarla paylaşırken, her zaman üç daire modeline dönün ve bunun mantıklı ve yararlı olup olmadığını kontrol etme olanağı sağlar. Bu terapi insanlara dikkatli olarak kendi yeteneklerini geliştirebileceğini öğretiyor. CFT sosyal faktörlerin rolü danışanların kendine şefkatli olma korkusu ve şefkatli duygulara dahil olma korkusu gibi korku ve belirsizliklerini değiştirmede farkındalık kazandırır. Terapistin anahtar olarak empati geliştirmenin, şefkatli ve samimi olmanın ve açıklama ile paylaşımın neden bu kadar önemli olduğunu anlamalarına odaklanır. Davranışsal, bilişsel, sorun çözme ya da etki merkezli gibi diğer yaklaşımlarla merhamet geliştirme ruhunu birleştirmek. Güvenlik stratejileri açısından net formüller sunar danışanlarına ve 'senin suçun değil' i değiştirmek için sorumluluk almaya istekli olmada yardımcı olur. İnsanlar sorumluluk aldıklarında suçlamaktan ve kınamaktan korktuklarını için sorumluluk almada onları teşvik eder.

Referans:
Gilbert, P.,(2007) “Using Compassion to Change our Minds”

Makaleyi özetleyen: Fatma Avcı

Makale Özeti: Farklı Dini İnanışlardaki Bireylerin Ölüm Kaygıları ile Ruhsal Belirtiler ve Sosyo-Demografik Değişkenler Arasındaki İlişkiler

Bu makalede ölüm konusunun farklı algılanmasının psikoloji üzerindeki etkisi ve sosyo-demografik değişkenler arasındaki ilişkileri incelenmiştir. Bu da farklı ölüm algısına sahip olabileceği düşünülen farklı dinlere mensup bireyler örneklem alınarak gerçekleştirilmiştir.

Yalom’a göre ölümle ilgili bazı yorum ve düşünceler- inkar, yer değiştirme, regresyon, sosyal ve dini kralları kabullenme- hayatının herhangi bir safhasında ölüm kaygısıyla yüzleşen insanın, sembolik ölümsüzlük yollarını aramasıdır. Ölüm kaygısı, her insanda çeşitli nedenlerle görülen ve insanlarda farklı şekillerde tezahür eden, insanoğlunun yaşadığı kaçınılmaz bir olgudur. Farklı şekillerde tanımlansa da insanoğlunun kaçınılmaz bir gerçeği olan ölüm, Yahudilikte, İslam’da ve Hıristiyanlıkta mevcut tanımlar içerir. Farklı dine mensup insanların, birbirinden farklı olan dünyaya bakış açıları, ölüme verdikleri anlamda da farklılığını göstermektedir. Bununla beraber farklı dinlere mensup insanların, sahip oldukları dinin ölüme yükledikleri anlam, bu insanların ölüm üzerindeki tutum ve davranışlarını da etkilemektedir. Bu araştırmada farklı dine mensup insanlar araştırmaya katılanlarda ölümle ilgili farklı tutum ve davranışların gözlemlenebileceği düşünülmüştür.

Örneklem Diyarbakır, Mardin, Batman ve Şanlıurfa illerinden Süryani, Yezidi ve Müslüman halkı içeren bireylerden oluşturulmuştur. Her dinden 80’er birey araştırmaya dahil edilmiştir. Ölüm kaygısını ölçmek için kullanılan testin sonuçlarına ve istatistiki değerlendirmelerine göre, ölüm kaygısı farklı dine mensup olmakla anlamlı bir fark göstermiş. Bu araştırmanın sonucuna göre ölüm kaygısı en çok Yezidiler, ikinci olarak Müslümanlar, son olarak da Süryanilerde görülmüştür. Ruhsal belirti testlerine göre ise sonuçlar, alınan puanlara göre dinlere göre şöyle sıralanmaktadır: Müslümanlarda paranoid, Yezidilerde obsesyon, Süryanilerde kişiler arası duyarlılık. Demografik incelemelerde ise eğitim düzeyi yüksek olanların olmayanlara, bekar olanların evli olanlara göre daha az ölüm kaygısı yaşadıkları saptanmıştır. Farklı dinlerdeki ölüm kaygısı farklılığı, dinlerin ölümden sonraki hayat anlayışına bağlı olarak değişiklik göstermiş olabilir. Mesela Yezidilerde, dünyada iyi isen ruhunun bir çocuğa ya da ulu bir kişiye, kötüysen de eşek, köpek gibi hayvanlara geçeceği inancının olması, Müslümanlıkta ise dünyada yaptıklarının Tanrı tarafından affedilebileceği inancı bunda etkili olmuş olabilir.

Referans:
Erdoğdu, M. Y. & Özkan, M. (2007): Farklı Dini İnanışlardaki Bireylerin Ölüm Kaygıları ile Ruhsal Belirtiler ve Sosyo-Demografik Değişkenler Arasındaki İlişkiler. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 14, 171-179.

Makaleyi özetleyen: Merve Sarı

Makale Özeti: THE RORSCHACH TEST IN CLINICAL DIAGNOSIS

Psikolog ve psikiyatrisiler kişiliğin klinik değerlendirilmesinde Rorschach testinin değerlerini fark etmişlerdir ve bugün Rorschach, klinik psikologlar için en önemli araçlardan biridir. Testin geçerlilik sorunu çeşitli öğrenciler tarafından ele alınmıştır fakat nispeten az sayıda çalışma tanı üzerinedir. Rorschach testinin ilk tanı yetkileri Benjamin ve Ebaugh tarafından bildirilmiştir.
Bu çalışmada, Rorschach yorumu ve psikiyatrik tanılar arasındaki yüzdelik oran 84.7 olarak bulunmuştur. Bir başka çalışmada ise ( Brussel ve Hitch) yüzdeliği 98 bulmuştur. Brüksel ve Hitch ve rutin durumlarda kullanılan "temel anlaşma" ile ilgilenmişlerdir. Michael ve Buhler sonuçları değerlendirirken öncelikle zor tanı durumlarını değerlendirmişlerdir.
Bu çalışmada, iki hastanenin klinik üyeleri tarafından sunulan son tanılarda Rorschach testinin güvenli olduğu söylenmiştir. Bu prosedür ile Rorschach testi pratik verimliliği test etmek için kullanılan bir envanterdir. Tabi ki bu yaklaşımın dezavantajları da bulunmaktadır.
Rorschach testi iki hastanenin nöropsikiyatrik servisleri tarafından uygulanmıştır. Bu testin amacı ise; hastanın tanısını ve hayat öyküsünü bilmeden uygulanması ve Rorschach’nın tanısal geçerliliğini saptamaktır. Bu işlem için ve tanıları belirlemek için istisnalar bulunmaktadır.
Rorschach yorumlarında şizofreni ve nevroz gibi hastalıklarda tanı karşılaştırmaları yapılmıştır. Bu kategoriler geniştir ve kişilik terimlerini içermektedir. Bu işlem daha istikrarlı bir ölçüm sağlamak için kullanılmıştır.
Sonuçlar her kurum için ayrı ayrı takip edildiğinde, benzerlik çarpıcı bir derecede görülür. Bu sonuçlar gösteriyor ki tanı açısından Rorschach testi güvenlidir. İki türlü yaklaşım bulunmaktadır. İlk yaklaşım Rorschach yorumların çeşitli psikiyatrik sınıflandırmalar için ne kadar doğru olduğunu görmek ve klinik tanıları ile başlamaktır. İkinci yaklaşım ise Rorschach’ın yorumlarını listelemek ve psikiyatrik tanıların onlarla ne kadar uyuştuklarına bakılmasıdır. Çalışmanın sonucunda ulaşılan veri şöyledir; otuz iki olgunun sonunda şizofreni tanısı görülmektedir. Rorschach testi deneklerin yüzde 71.9 ‘ da benzer bir tanı yorumu sundu. Şizofreni kalan dokuz olgu test sonuçları temelinde farklı yorumlanmıştır. 20 olay arasında olan nevroz tanısı, yüzde 96 olarak yorumlanmış. Sonunda yedi olguda herhangi bir nöropsikiyatrik hastalık yoktur. Psikiyatrik personel ve Rorschach bulguları arasında tam bir uyuşma vardı. Ancak, epilepsi iki olgu üzerinde herhangi bir ipucu vermedi. Rorschach testi doğruluğu nedeniyle, psiko-nevrotik grupta şizofreniye göre daha yüksek çıkmıştır. Ayrıca; Rorschach testi şizofreniler üzerine yapıldığında genellikle doğrulanabilir nitelikte olduğunu göstermiştir.

Makaleyi özetleyen: Merih Öner

Makale Özeti: The Rorschach Ink-Blot Test as an Instrument for Evaluating Quality of Life in Breast-Cancer Victims

Kadınlarda meme kanseri ile ilgili tedavi ve yaklaşımlar travmatik olaylar içerisindedir. Hastanın yaşam kalitesinin yanında yaşamı tehdit eden olaylar bulunmaktadır. Bedensel yer olarak tanımlanan meme, kadının beden imgesini temsil etmektedir. Ve bu annelik, cinsellik gibi kadınsı sembolik işlevlerle ilgilidir. Bu nedenle; vücut şemasını bir bozulma olarak bu durumu özelleştirir. Hastalık ile ilgili psikolojik bozukluk kişilik özellikleriyle de ilgili olmuştur.(Spiegel et al., 1996; Marchioro et al., 1996). Psiko-onkoloji araştırmalarında, kanserli hastalarda kişilik özelliklerini belirlemede anket en iyi yaklaşımlardan biridir. Ancak nitel veriler elde etmek için anketlerin güvenirliliği ve geçerliliği değil, hastanın motivasyonu üzerinde olması önemlidir.
Özellikle Rorschach testi kişilik işleyişinde veri toplamak için çok boyutlu olarak uygulanabilir. Örneğin hastaların yanıtları söyledikleri değil aynı zamanda verdikleri cevapların neden ve bunu nasıl söylediği önemlidir. Son zamanlarda Weiner tarafından belirtildiğine göre, Rorschach testi bulguların genişliğini uygulamak ve spesifik özelliklerin zenginliğini göstermek için kullanılabilir duruma getirilir.(Weiner, 1994).
Bu çalışmanın amacı ise, meme kanserine sahip hastaların duygu durum bozukluklarını ve nesne ilişkilerini değerlendirmek amacıyla Rorschach testinin etkilerine bakmaktır. Bu çalışmaya 135 hasta katılmıştır ve hastalar ameliyattan sonra 2-4 haftalık olma kriterleri içerisindedirler. Diğer bir kriter ise; bir önceki psikopatolojik bozukluk olması veya psikoterapötik bir tedavi alması olmasıdır.
Sonuçlara göre; Rorschach kriterlerine dayanarak hastaların depresif yanıtlar verilmesine bakarak depresyon duygu-durum bozukluğu bulunmuştur. Çeşitli analizlere bakılarak psiko-onkoloji araştırmada büyük önem taşımaktadır. Sonuçlara göre; kanser hastalarının kontrol grubunda olanlardan daha fazla kişisel kaynakları olduğunu göstermiştir bunun yanında kaygı ve gerginliğin hastalıkta önemli olduğunu göstermektedir. Hastalık sürecinde hastanın kimliğiyle ilgili düşüncesinde değişiklikleri anlama önemli bir roldür. Mürekkep lekeleriyle test edilen testte 3 parametre belirlenmiştir ve buna göre pozitif (+, skor 1), kararsız (+ / - 0.5 puan) ve negatif (-, 0 puan) dır.Kanser hastalarında olumsuz parametreler çok fazla durumdadır. Kişilik kimliği sonuçları yaş ve eğitim düzeylerini de etkilemektedir. Yaşlı hastalar ve kadınlarda düşük eğitim düzeyi bulunmaktadır. Meme kanserine sahip hastalar psiko-sosyal sorunlarla ilgili çok fazla sıkıntıları bulunan insanlardır. Bir çok yazar iyi huylu meme hastalığı olan kadınlara göre daha depresif özelliktedirler.
Rorschach testi sırasında hasta belirli deneyimlerini duyu bellek gibi süreçlerle işlemiştir. Hastaların kartları anlamlandırmaları onlara yaşadığı sıkıntıyı temsil ettirmektedir. Elde edilen sonuçlara göre meme kanserine sahip hastalar duygusal ve sosyal refahı algılamada yeni psikolojik özellikler yaratırlar. Major depresyon en sık görülen hastalıklardandır. Hastaların psikolojik tepkileri ve bunlarla başa çıkma yaklaşımları çok büyük önem taşımaktadır. Tüm bu veriler meme kanserli kadınların ideal ego ve gerçek ego arasında çatışma yaratmaktadır. Başka bir değişiklik ise hastalık sürecinde hasta kimliğini değiştirir. Analizlerde kanser hastaları negatif yönlü cevaplara rastlanmıştır. Kısaca; meme kanserli hastalarda depresif özellikler bulunmuştur. Aleksitimik özellikleriyle birlikte depresyonda olan hastalardır. Yaşam kalitesi benzersiz kişisel algı olarak kabul edilmektedir. Kişilik yapısı psikolojik bozukluklar için ayırıcı bir tanıdadır.

Makaleyi özetleyen: Merih Öner

Makale Özeti: Current Assessment Practice, Personality Measurement, and Rorschach Usage by Psychologists

Psikolojik değerlendirme eğitim ve uygulama yönünden psikologları diğer mesleklerden ayıran bir faktördür. Değerlendirmede, zamana, yere ve duruma göre değişmeyen, mutlak ölçütler veya zamana, yere veya duruma göre değişebilir bağıl ölçütler kullanılmaktadır. Kişiliğin değerlendirmesinde kullanılan Rorschach testi hararetli bir tartışma yaratmaktadır (Exner, 2003). Bu çalışmada Üç büyük Rorschach psikometrik özellikleri incelenmiştir. Araştırmacılar her üç çalışmada da Rorschach’nın psikometrik desteği üzerinde yoğunlaşmışlardır. Diğer araştırmacılar bu sonuçları kullanarak Rorschach‘ın bir kişilik envanteri olduğunu desteklemişlerdir. Farklı araştırmalar ise Roschach’ın psikometrik güçlülüğü üzerine yapılan araştırmalardır. Rorschach değişkenleri belirli hastalıklarla ilişkilidir (Örneğin şizofreni,bipolar ve borderline hastalıkları). Çalışmalardan elde edilen bulgulara göre kişiliğin değerlendirilmesinde kullanılan Rorschach geniş bir alanda kullanılmaktadır. Tabi ki psikologların bu testi yapabilmesi için bu testin eğitim ve değerlendirmesi hakkında bilgi sahibi olmaları gerekmektedir.
Rorschach kullanımının psikolojik değerlendirme ve uygulamada, kişilik ölçümlerinin ve tutumlarının cevapsız kaldığını söyleyen araştırmalar da bulunmaktadır. Bu çalışmadaki amaç ise psikologların bu değerlendirme uygulamalarının sorunlarını keşfetmek olmuştur. Bu çalışmadaki üyeler psikologlardan oluşmaktadır (Society personality Assessment-SPA veya Amerikan Psikoloji Dernegi).İki nedenden dolayı bu kuruluşlar kullanıldı. Birincisi; örgütün yapısı göz önüne alındığında, SPA üyesiydi ve kişilik değerlendirme ile önemli bir deneyim olması muhtemeldi ve tüm anket sorularını cevaplamak mümkün olmalıydı. İkinci neden ise; Değerlendirme yaklaşımlarında herhangi bir farklılık tespit edilsin diye Amerikan Psikoloji Derneği üyeleri seçilmiştir. Çalışmaya SPA‘dan Amerika Birleşik devletlerinde yaşayan 400 lisanslı psikolog katılmıştır. Amerikan Psikoloji derneğinden ise 800 kişi katılmıştır. Tüm bu seçilen üyeler üyelik formları ile kişilik ölçümleri belirlenmiştir. 115 kişi Amerikan Psikoloji Derneği üyelerinden ve diğer 100 kişi SPA üyelerinden oluşmaktadır. Bu seçilen SPA üyeleri çift üyelik hakkına sahiptir. Katılımcılar internet üzerinden bir şifreyle ve kimlik numarası ile giriş yapmışlardır. Çalışmayı bitirene 250 dolarlık hediye verilmiştir. Objektif ve projektif testler kullanılmıştır çünkü kişilik testlerini içeren şey öz bildirim ve performans esaslıydı. Önemli bir fark ise testin seçimini etkileyen olası faktörlerin sayısının değişmiş olduğu ve genişletilmiş literatürde tanımlanan ilgili konularda dayalı olduğudur. Çalışmada veriler t testi kullanılarak değerlendirilmiştir.
Sonuçlar geçmiş anketler ile benzer sonuçlara sahiptir. Fakat bu çalışmada güçlü psikometrik özelliklere sahip testleri kullanmanın rolü daha büyüktür. Ankete katılanların çoğunluğunu Rorschach testi kullanarak ve çabaları standartlaştırılmak için psikometrik testin doğrulanması gerektiğini bildirilmiştir. Amerikan Psikoloji Derneği’nden katılan üyeler Rorschach’ın etkili bir kişilik testi olduğuna inanıyorlardı. Fakat Rorschach'ın etkili bir test oldugunu düşünmeyen SPA üyeleri, bu testin verimliliğini görünce testi daha çabuk kabul etmişlerdir.
Bu araştırmanın tartışma bölümünde ise, psikolojik test seçiminde ve kişilik değerlendirilmesinde Rorschach testi için daha iyi tutumlar elde edilmiştir. Katılımcılar testleri belirli bir değerlendirme aracı olarak kullanmaya karar verirken, buna testin diğer testler ile benzerliklerini ve farklılıklarını geçmiş bulgularla karşılaştırarak yapmışlardır. Katılımcıların yönlendirilmiş (referral) soru sormasını ve onların yetkilerinin kişisel anlamda son derece önemli olduğu belirlendi ancak benzer bulgular bu testin güvenirliliği ve geçerliliği hakkında benzer düşünceler oluşturmuştur. (Wade & Baker, 1977; Watkins et al., 1995).

Referans:
Musewicz, J., Marczyk, G., & York, D.(2009). Current Assessment Practice, Personality Measurement,and Rorschach Usage by Psychologists. Journal of Personality Assessment, 91, 453–461.

Makaleyi özetleyen: Merih Öner

Makale Özeti: Schema-Focused Cognitive Therapy and the Case of Ms. S

Ms. S diagnosed with borderline personality disorder (BPD) and posttraumatic stress disorder (PTSD). The BPD diagnosis criteria:
1. Ms. S seeks any “quick, frantic attachment . . . to avoid being alone”
2. She is ambivalent about her mother, idealizing and devaluing her
3. She exhibits identity disturbance
4. Ms. S has affective instability
5. She has chronic feelings of emptiness
In terms of PTSD, Ms. S exhibits many of the characteristic symptoms:

1. She experienced early sexual abuse, with violent undercurrents, as a
child and continuing over a 15-year period.
2. She experiences recurrent, intrusive images, thoughts, flashbacks,
and nightmares related to the abuse.
3. Prior to treatment, she denied the abuse and tried to control the images. She also failed to recall important aspects of the abuse until
later in treatment.
4. The images interfere with her concentration and affect her ability to
function normally.

According to schema theory, BPD is characterized by four primary modes: the abandoned and abused child, the detached protector, the punitive parent, and the angry child modes. An individual may shift from one dysfunctional schema mode into another; as that shift occurs, different schemas. These shifts are referred to as “flipping” modes.

For each of the four schema modes, a set of specific treatment strategies has been developed. In Ms. S, the model anticipates that the limited re-parenting will be the most important component of treatment:
1. Imagery and dialogues, the therapist is as the healthy adult mode, then the patient plays the healthy adult in the image and carries on a dialogue with herself in each of the other modes.
2. Much later in treatment, Ms S. Studied imagery work with PTSD like as she learned how to deal with each of the four modes.
3. Cognitive techniques, the therapist examines evidence to test the validity of dysfunctional thoughts and coping strategies to deal with each mode.
4. Behavioral techniques, the therapist guides Ms. S in breaking self-defeating life patterns.
5. Emotional regulation skills: these skills are from dialectical behavior therapy, including mindfulness meditation, distress tolerance, and engaging in pleasurable activities.

Referans:
Young,J.,E., Schema-Focused Cognitive Therapy and the Case of Ms. S., New York

Makaleyi özetleyen: Kadriye Çelik

Erken Dönem Uyumsuz Şemaların Değerlendirilmesi: Young Şema Ölçeği Kısa Form-3'ün Psikometrik Özelliklerine İlişkin Bir İnceleme

Şemalar çocukluk ve ergenlik döneminde gelişmektedir ve çocuğun çevresiyle uyum sağlaması açısından önemlidir. Bu şemalar zamanla değişmesi zor hale gelmeleri nedeniyle uyum bozucu hale gelebilmektedirler ve EksenI ve EksenII bozuklukların temelini oluşturabilmektedirler.
Young Şema Ölçeğinin psikometrik çalışmaları olan kısa ve uzun formları bulunmaktadır. Yapılan çalışmalar sonucu temel şemaların evrensel temsiller oldukları yönünde yorumlar bildirilmiştir. Psikometrik özellikler test tekrar test güvenilirliği incelemelerinde, ölçeğin zamanda tutarlığı olduğuna ve iç tutarlılığının yüksek olduğuna işaret etmektedir.
Bu çalışma YŞÖ’ nün kısa formunun psikometrik özelliklerinin ilk kez ülkemizde incelendiği bir çalışmadır. Bu çalışmanın amacı Şema Terapi uygulamasına bir alt yapı oluşturmak ve şema ölçeklerinin Türkiye’de yapılacak olan şema odaklı çalışmalarda kullanıma olanak sağlamaktır.
Bu çalışma Hacettepe ve Boğaziçi Üniversitelerinde çeşitli bölümlerde okuyan 1071 kişi üzerinden yürütülmüştür.
Veri toplama araçları ise Young Şema Ölçeği-Kısa Form 3 (YŞÖ-KF3): Jeffrey Young’ın Şema Terapi (1990, 2003) temelinde geliştirdiği kısa formda, Kopukluk ve Reddedilmişlik, Zedelenmiş Otonomi ve Kendini Ortaya Koyma, Zedelenmiş Sınırlar, Diğeri Yönelimlilik, Aşırı Tetikte Olma ve Bastırılmışlık şema alanlarını kapsayan 18 boyut önerilmektedir. Belirti Tarama Listesi (SCl-90-R): Psikolojik ve bedensel belirtileri, bireyin
içinde bulunduğu zorlanmanın ya da yaşadığı olumsuz stres tepkisinin düzeyini ölçmeye yönelik psikiyatrik bir tarama aracıdır.
Yapılan çalışmalar sonucu YŞÖ-KF3’ün Türkçe formunun güvenirlilik ve geçerlilik düzeyinde kabul edilir olduğu sonucuna varılmıştır. Türkçe form açısından elde edilen 14 faktörün yorumlanabilir bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Elde edilen bu faktörler: Duygusal Yoksunluk, Başarısızlık, Karamsarlık, Sosyal İzolasyon/Güvensizlik, Duyguları Bastırma, Onay Arayıcılık, İç içe Geçme/Bağımlılık, Ayrıcalılık/Yetersiz Özdenetim, Kendini Feda, Terk Edilme, Cezalandırılma, Kusurluluk, Tehditler Karşısında Dayanıksızlılık, Yüksek
Standartlar’dır. Bu faktörler özgün form ile büyük ölçüde örtüşmektedir.
YŞÖ-KF3’ün araştırma ve klinik örneklemler açısından özgün forma benzediği ve kabul edilebilir düzeyde güvenilirliğe ve geçerliliğe sahip olduğu görülmektedir.

Referans:
Soygüt,G., Karaosmanoğlu,A., Çakır.Z., Erken Dönem Uyumsuz Şemaların Değerlendirilmesi: Young Şema Ölçeği Kısa Form-3'ün Psikometrik Özelliklerine İlişkin Bir İnceleme, Türk Psikiyatri Dergisi(2009), 20(1), 75-84

Makaleyi özetleyen: Kadriye Çelik

Makale Özeti: Change in interpersonal problems after cognitive agoraphobia and schema-focused therapy versus psychodynamic treatment

Change in interpersonal problems after cognitive agoraphobia and schema-focused therapy versus psychodynamic treatment as usual of inpatients with agoraphobia and Cluster C personality disorders

The aim was to study patients with panic disorder with agoraphobia when receiving two different treatments. Two cohorts of patients were followed through three months and assessed at follow-up one year after end of treatment. The one cohort comprised 18 patients treated with psychodynamic principles, the second comprised 24 patients treated in a cognitive agoraphobia and schema-focused therapy program.
Two samples of patients were selected from different populations on national Norwegian hospital, Modum Bad. They were treated in the manual-based( treatment as usual TAU) integrated program consisting of five weeks of symptom-focused treatment based on the cognitive model of panic and agoraphobia and then six weeks of schema-focused treatment. This program called Cognitive Therapy (CT)
The main finding in this study is that patients attending the CT condition reduced their level of interpersonal problems during the whole course more than those in the TAU condition. Follow-up tests showed that there was no differential change during treatment, but that the CT group had improved more in the follow-up period than the TAU group. Thus, it appears that the differential course of interpersonal problems was not a result of improvement in phobic anxiety during treatment.
The samples were similar on factors like sex, age, and marital status, but the CT patients appeared more seriously affected in terms of depressive and/or substance abuse disorders in addition to a higher proportion of them being on medication at pre-treatment. However, if anything, these differences should make them more, rather than less, resistant to treatment than the patients in the TAU condition.
Despite the limitations presented above, results from this quasi-experimental study may represent evidence for difference between treatment modalities in outcome for patients characterized by panic disorder with agoraphobia and Cluster C personality pathology measured as interpersonal problems. Because such patients constitute a considerable proportion of those seeking treatment, more research should be performed to explore the efficacy and effectiveness of the combined cognitive symptom and schema-focused therapy for this group of patients.

Makaleyi özetleyen: Kadriye Çelik

Makale Özeti: Ebeveynlik Biçimleri ile Psikolojik Belirtilere Şema Odaklı Bir Bakış

Bilişsel değerlendirme süreçlerinde şemalarla ilgili olarak merkezi bilişsel özelliklerin ölçülmesinin göz ardı edilmesi şema odaklı çalışmaların ivme kazanmasına neden olmuştur.
İlgili kuramcılardan Safran(1990) bilişsel kuramı ve kişilerarası ilişkileri kurumsal bir bakış açısıyla birleştirmiş ve kişilerarası şema kavramını geliştirmiştir. Tamamlama ilkesi bu kuramın temelini oluşturmaktadır. Etkileşimde bulunan iki insanın karşılıklı olarak davranışlarını etkilemesi olarak ifade edilen tamamlama ilkesini Safran ve Segal tarafından işlevsel olmayan şemaların devamlılığının, bilisel-kişilerarası bir döngüye işaret ettiği belirtilmektedir. Bu nedenle etkileşime girilen her durumda şekillenmeye devam ettikleri için yeni durumlara uyum sağlamakta güçlük yaratabilmekte yani psikoloji belirtiler ortaya çıkabilmektedir. Benzer biçim de Young ve arkadaşlarına göre, psikolojik olarak sağlıklı olabilmek için çocukluk döneminde evrensel bazı ihtiyaçların doğru şekilde giderilmesi gerekmektedir. Bu ihtiyaçlar: diğerlerine güvenli bağlanma, otonomi, yetkinlik ve kimlik algısı, duyguların ve ihtiyaçların ifade edilmesi ile kendiliğinden olma ve oyundur. Aksi takdirde uyumsuz şemalar aktiv olduğunda çocuklukta ebeveynlerle yaşanan olayların bir benzeri yaşanmaktadır.
Yapılan araştırmalar kişiler arası şemalar, ebeveynlik biçimleri ve psikolojik belirtiler arasındaki ilişkiyi desteklemektedir.
Bu çalışmada bireylerin ebeveynlik biçimlerine ilişkin algıları ile ebeveynlerine yönelik kişilerarası şema örüntüleri arasındaki ilişkiler değerlendirilmiştir. İkinci aşamada ise, algılanan ebeveynlik biçimleri ile psikolojik belirtiler arasındaki ilişkilerde, kişilerarası şemaların aracı rolü incelenmiştir.
Araştırma Hacettepe Üniversitesinin çeşitli bölümlerine devam eden 94 öğrenciye uygulanmıştır. Öğrencilere Kişilerarası Şemalar Ölçeği, Young Ebeveynlik Ölçeği ve Belirti Tarama Testi, tek bir oturumda gruplar halinde uygulanmıştır

Young Ebeveynlik Ölçeği (YEBÖ): Young tarafından geliştirilen ölçek erken dönem uyumsuz şemaların temelini oluşturduğu düşünülen anne babanın çeşitli davranışlarını içermekte ve 72 maddeden oluşmaktadır.

Kişilerarası Şema Ölçeği (KŞÖ): Hill ve Safran tarafından geliştirilmiştir. Kişilerin önemli diğerlerinden hangi durumlarda hangi tepkileri bekledikleri, bu tepkilerin ya da kişilerarası durumların kişiler için ne derece istenir olduğu ve bu durumların anne, baba, arkadaş açısından ne gibi benzerlikler ya da farklılıklar gösterdiği ortaya konulmaktadır.

Belirti Tarama Listesi: Psikolojik ve bedensel belirtileri, bireyin içinde bulunduğu zorlanmanın ya da yaşadığı olumsuz stres tepkisinin düzeyini ölçmeye yönelik psikiyatrik bir tarama aracıdır.

Değerlendirme sonuçlarına bakıldığında bulguların, algılanan ebeveynlik biçimlerinin kişilerarası şemaları yordama gücü olduğuna işaret etmektedir ve algılanan ebeveynlik biçimleri ile psikolojik belirtiler arasındaki ilişkide kişilerarası şemaların aracı bir rol oynadığı görülmektedir.

Referans:
Soygüt, G., Çakır, Z., Ebeveynlik Biçimleri ile Psikolojik Belirtiler Arasındaki İlişkilerde Kişilerarası Şemaların Aracı Rolü: Şema Odaklı Bir Bakış, Türk Psikiyatri Dergisi(2009), 20(2),144-154

Makaleyi özetleyen: Kadriye Çelik

Makale Özeti: Üniversite Öğrencilerinde işlevsel Olmayan Kişilerarası Şemaların Obsesif Kompulsif ve Disosiyatif Belirtilerle İlişkisi

Obsesif kompulsif bozukluk hayatın her alanını olumsuz yönde etkileyen bir bozukluktur. Son yıllarda yapılan araştırmalarda obsesif kompulsif belirtilerin bilişsel içeriklerine vurgu yapılmaktadır.
Disosiyasyon bilinç, bellek, kimlik ve çevre algısının bozulması olarak algılanmaktadır. Belirtilerin temelinde özellikle çocukluk döneminde yaşanan ruhsal travmaların etkisi büyüktür. Bu nedenle ruhsa travmalar sonucu ortaya çıkan bellek süreçlerinde ki değişimler ile ifade edilir.
Obsesif kompulsif belirtiler ve disosiyasyon arasındaki ilişkiyi gösteren çalışmaların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Obsesif kompulsif ve disosiyasyon da bilişsel özelliklerin önemli rol oynadığını gösteren araştırmalar olmasına rağmen disosiyasyon da bilişsel şemaların rolünü açıklayan çok az araştırma vardır.
Sınırlılık şeması, yakın ilişkiler ev yaşam olanaklarının sınırlı, sabit ve birbirine bağımlı olduğuna dair inanışların duygusal düzenlemedeki etkisi vurgulanmaktadır. Sınırlılık şemalarının depresyon, düşük benlik saygısı ve anksiyete düzeylerinde önemli ölçüde etkisi olduğu ortaya çıkmıştır. Ayni şekilde kişisel gelişim olanaklarıyla ilişkili olumsuz düşüncelerin obsesif kompulsif ve disosiyatif belirtilerde ki artış ile ilişkili olduğu iddia edilmektedir. Bu çalışmada obsesif kompulsif ve disosiyasyon belirtilerle sınırlılık şemaları arasında ki ilişkilerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Araştırma Ankara Üniversitesi’nde lisans eğitimi alan 322 öğrenciye uygulanarak yapılmıştır.Araştırrmada Disosiyatif Yaşantılar Ölçeği (DYO), Padua Envanteri (PE), Clark-Beck Obsesif- Kompulsif Ölçeği (CBOKO), Sınırlılık Şemaları Ölçeği (SŞO), Beck Anksiyete Envanteri (BAE) ve Beck Depresyon Envanteri (BDE) kullanılmıştır.
Bulgular belirtilerin şiddetinde yaş ve cinsiyetin önemli ölçüde bir etkisinin olmadığını göstermektedir. Erkeklerin kompulsif davranışlarının bayanlardan daha fazla olması dikkat çekmektedir. Temizlik obsesyonları ise kadınlar daha yüksek çıkmıştır. Ayrıca disosiyasyon ve obsesif kompulsif belirtilerdeki artışla sınırlılık şemaların önemli ölçüde ilişkili olduğu bulunmuştur.
Bu araştırmada klinik gözlemlere yer verilmemesi ve disosiyansda önemli olan ruhsal travmalarla ilgili herhangi bir araştırma yapılmamış olması bu araştırmanın sınırlılığı oluşturmaktadır. Bundan dolayı disosiyasyona ilişkin bulgular ele alınırken bu sınırlılıklar göz önünde bulundurulmalıdır. Sonuçlar sınırlılık şemalarının obsesif kompulsif ve disosiyasyon belirtilerin artışında önemli bir etken olduğunu ortaya koymaktadır ancak daha geniş kapsamlı ve klinik örneklemleri olan araştırmalara ihtiyaç vardır.

Referans:
Boysan,M.,Beşiroğlu, L., Kalafat,T., Kağan, M.,& Ateş, C., Üniversite Öğrencilerinde işlevsel Olmayan Kişilerarası Şemaların Obsesif Kompulsif ve Disosiyatif Belirtilerle İlişkisi

Makaleyi özetleyen: Kadriye Çelik

Makale Özeti: FROM CATALOG TO CLASSIFICATION: MURRAY’S NEEDS AND THE FIVE FACTOR MODEL

Murray'in en etkileyici yönlerinden biri ortaya koyduğu 20 manifest ihtiyaçlar listesidir. Bu şema ihtiyaçlar bakımından geniş çapta kişisel farklılıklar içeren iyi seçilmiş katalog kişilikler sayesinde birçok personolog için oldukça yararlıdır.
Çeşitli araştırmacılar özelliklerin ampirik taksonomisine temel oluşturmak için Tupes ve Christal ve Norman tarafından önerilen beş faktör modelini tavsiye etmişlerdir. Faktörler duygusal stabilite vs Nörotisizm, surgensi veya ekstraversiyon, kültür, uygunluk, güvenilirlik veya dürüstlük olarak tanımlanmıştır.
Teorik oryantasyon ve skala konstrüksiyonundaki farklılıklara rağmen NEO-PI ve PRF arasında güçlü ve açık ilişki vardır. Kişisel skalalar düzeyinde rasyonel uygunluk, ampirik korelasyonlarla onaylanmıştır. Yapısal düzeyde beş faktör modeli PRF tarafından hesaplanan ihtiyaç aralığını kapsayarak kişilik taksonomisi için geniş ölçüde temel oluşturmaktadır. Ancak Murray' in ihtiyaçlar listesinden 5 madde counteraction, fark, infavoidance, reddetme, ve seks PRF tarafından hesaplanmamıştır, bunların beş faktör modeliyle ampirik ilişkileri başka enstrumanlar kullanılarak değerlendirilmelidir.
İhtiyaçların envanteri veya kişilik özelliklerinden birinin kişisel farklılıklarla aynı kapsam ve aralıkta hesaplanması güdülerin duygulardan, tutumlardan veya stillerden ayrılabileceği anlamına gelmez. Kişinin yaşadığı kızgınlığın o kişinin agresyon ihyiacı veya diğer ihtiyaçlarına göre dışa vurulup vurulmaması buna örnek olarak verilebilir. Murray kişide belli durumda ortaya çıkan davranışı anlayabilmek için prepotens, subsidiasyon, füzyon terimlerini önermiştir.
Bu terimler ihtiyaçların dinamik yapısını tanımlamaktadır. Murray bunu kişinin durumuna ve durumun baskısına göre değişen ilişkiler olarak belirtmiştir.
Kişilik özelliklerinin tanımını yaparken dürtülerin dahil edilmesi Nörotisizmi anlamak için gereklidir. NEO-PI da Nörotisizm anksiyete, düşmanlık, depresyon ve utanç dürtüleri kontrol edememe strese karşı savunmasızlık tecrübelerine karşı dispozisyon ve olarak hesaplanır.
Motivasyon hesaplamaları iki aşamaya ayrılabilir. Birincisi spesifik ihtiyaçların ve aralarındaki ilişkilerin göz önüne alınması, PRF gibi enstrumanlar ile dürtülerin intropersonel veya interpersonel çatışmalara nasıl yol açtığının anlaşılması ikincisi beş faktör modeliyle sağlanan geniş bakış açısı. Örneğin bu aşamalar uygulandığında ortaya çıkan sonuca göre uzlaşımcı kişiler kibar, güvenilir, esnek, yumuşak kalpli ve açık sözlüdürler. En iyi durumda sosyal ilgiye, en kötü durumda diğerlerine göre hareket etme nörotik eğilimi gösterirler. Ayrıca heyecan aramaktan çekinirler ve prinsipalizasyon ve reversal savunma mekanizmalarını kullanmaya eğilimlidirler.

Makaleyi özetleyen: Elif Arpacı

CONVERGING APPROACHES TO PERSONALITY: MURRAY, ALLPORT, LEWIN

Bu inceleme geçmiş yıllarda önemli katkılar yapmış üç psikoloğun çalışmalarını içerir.
Murray'in çalışmaları güçlü psikoanalitik uyum gösterir. Murrayın kişilik kuramının amacı kişinin şimdiki davranışlarını açıklamak için geçmişteki tecrübelerini yeniden yapılandırmak gerekir. Murray kişiliği müzikteki notalarla karşılaştırır. Bu sınıflamanın kompozisyonu zamana ait konfigürasyonu, ayırt edilebilir bölümleri, spesifik notaları ve akortları, tekrarlanan melodiler ile ilişkili anahtarları vardır. Bu bakış açısı zamana ait bir organizasyonu ortaya çıkarır. Bu psikoanalitistin bir konseri şu an dinleyip birazdan olacak şeyleri önceden dinledikleriyle ilişki olarak beklemesi gibidir. Murrayin çalışma metodu serbest çağrışım ve rüya analizidir. Vaka geçmişi yöntemini kullanır ve apperseptif fantezi testleri uygular. İhtiyaç, baskı, thema; libido teorisi, kompleks, ego-savunma mekanizmaları, bilinçaltı, kişisel biyografi başlıca konseptlerdir.
Allport'un yaklaşımında buna ters olarak bugünün geçmişteki kökleri güncel kişilik organizasyonuyla kıyasla önemsizdir. Bu organizasyonun benzersizliği özellikle vurgulanmıştır. En başta gelen şey kişinin idiyopatik karakteridir. Allport çalışmalarını kişilik testleri, değerlendirme ve derecelendirmeler kullanarak gerçekleştirmiştir. Gestalt olarak kişinin kendi kişilik yapısını alır. Tutarlılık ve örtüşme özellikleri, fonksiyonel anatomi, kişinin eşsizliği çalışmalarındaki başlıca konseptlerdir.
Lewin davranışa matematiksel bir yaklaşım getirerek davranışın kişilik fonksiyonu ve çevrenin çarpımı olduğunu öne sürmüştür. Buna göre kişilik ve çevre hem birbirine bağımlı hem de eşit derecede önemlidir. Çevresel etkiler bu yüzden davranışlarda artık var olmayan etkilere göre çok daha önemlidir. Topolojik bir personolojist olan Lewin'in çalışmalarında Geştalt belirli bir olayın veya alanın benzersizliğidir. Çalışmalarındaki kavramsal araçlar doğal olarak vektörler kişinin çekici çevresel objeye karşı davranışı (değerlik, çekici objenin subje üzerine etkisi), Lewin’ e göre topoloji- vektör psikolojisinde sadece eşzamanlı motivasyon yer alabilir. Allport gibi Lewin de psikoanalitik görüşün genetik redüksiyon ve tekrarlar üzerine vurgusuna karşı çıkar.
Sonuç olarak bu üç kişilik kuramcısından Murray'in psikoanalitik yaklaşımı biyolojik Geştalt; Aklport'un kişilik yaklaşımı kendi sınırları içinde Geştalt, Lewin'in topolojik yaklaşımı ise alan Geştalt' ı kavram alır. Sırasıyla ilkinde geçmiş önemliyken, ikincisinde hem bugün hem de geçmiş ikincil rol alır, üçüncüsünde ise asıl önemli olan total alandır. Üç bilim damı da birbirlerinin çalışmalarını geçmişte farklı yönlerden incelemiş ve birbirilerinden yararlanmaya çalışmışlardır. En iyi sonuç günümüzde anlaşmazlığa düşülen alanların test edilip tamamlayıcı bir model oluşturulmasıyla alınabilir.

Makaleyi özetleyen: Elif Arpacı

Makale Özeti: EXPLORATIONS IN PERSONALITY TODAY AND TOMORROW

Murray'in, Thematic Apperception Test (TAT) gibi metodolojiye katkıları ve teorileri kabul görse de hakkettiği değer verilmemiştir. Günümüzde kişilik araştırmaları tamamen, uygunsuz davranış örnekleri üzerinde yapılan geleneksel diyebileceğimiz laboratuar deneylerine dayanmaktadırlar. Bu araştırmalar genelleştirilebilirlik ve yenilebilirlikte büyük kısıtlamalar içermektedir.
Anlamlı ve stabil bilgi elde etmek için; çalışılan kişilere özgün, güçlü değişkenler kullanmak ya da durumlara veya olaylara karşı yanıtları anlamlandırmak gerekmektedir.
Murray'in teorisi Freud teorisinin geliştirilmiş ve düzenlenmiş halidir. Freud teorisi gibi o da ağırlıklı olarak motivasyon ve psikodinamik analize odaklanır ancak psikoanalizden farklı olarak bilinç dürtülerine bilinçaltıyla eşit derecede önem verir. Bu açıdan ego psikologlarına benzer ve çalışmaları normal ve anormal davranışları değerlendirmek için oldukça uygundur. Teorisi diğer bakış açılardan da oldukça bütünleyicidir. Adler'in “yaşam stili” konseptine benzer şekilde ana bir dürtünün tüm kişiliği etkileyebileceğini söyleyen “egemenlik” konseptini vurgulamıştır. Jung'a benzer şekilde kişinin davranışının geçmişteki durumuna göre geleceği kavrayışıyla belirlendiğini belirtmiştir. Duruma ve kişiye eşit önem verirken ikisi arasındaki ilişkiyi vurgular.
Murraya göre davranışın en etkili ünitesi spesifik bir davranış veya eylem değil güdülerdir; güdüler (ihtiyaçlar) kendileri de değiştirilebilir olan eylemlerin anlamını belirler. Güdüler bilinç ve biliçaltı düzeyde değerlendirilip uygun düzeyde işaretler sağlanır. Çevre birçok değişkenden oluşan, ihiyaçların karşıtı baskılar tarafından temsil edilir. Murray çevrenin iki perspektiften oluşması gerektiğini düşünmüştür; kişi tarafından algılanan subjektif dünya ve diğerleri tarafından algılanan objektif dünya. Bunu aynı tip değişkenleri alfa baskılar ve beta baskılar olarak sınıflandırarak yerleştirmiştir.
İdiyografik ve nomotetik yaklaşımları birleştiren araştırmaların; durumları ve olayların ortalaması alarak hesap hatasını önleme, kişi ve durum arası ilişkiye bağlı olarak kişinin farklı durumsal ihtiyaçlara farklı yanıtlarını değerlendirerek tek bir bakış açısına göre kanıya varılmasını önlemesi, kişiliğin kompleks yapısıyla boğuşulmasını önlemesi, kişilerde zaman içinde eş zamanlı gel git değişkenlerin değerlendirilebilmesi gibi avantajarı vardır.
Murray'in metodu yararlarının yanında oldukça masraflı ve zaman alıcıdır. Bunu önlemek için kişilerin kendi davranışlarını gözlemlemesi ve kaydetmesi sağlanabilir.
Psikologlar ister uyaran değişkenlerini, ister kişi değişkenlerini ve arasındaki ilişkiyi çalışsın, her iki değişkeni skorlamak ve sınıflamak için bir sisteme ihtiyaç duyacaklardır. Şimdiye kadar Murray'in teorisi bu faktörleri içeren en kapsamlı sistemdir.

Makaleyi özetleyen: Elif Arpacı

Makale Özeti: ASSESSMENT OF OSS PERSONNEL

Stratejik Hizmetler Ofisi (OSS) değerlendirme komitesinin görevi her adayın öngörülmüş denizaşırı görevlendirme için uygunluğuna karar vermek ve 5 kategoriden birine göre sınıflamaktır; önerilmiyor, şüpheli, kısıtlamalı olarak öneriliyor, öneriliyor, şiddetle öneriliyor.
Değerlendirme komitesinin, çeşitli alanlardaki yetenekleri nedeniyle seçilen kişilerin yararlılıklarını, sosyal ilişkiler, liderlik, muhakeme gibi kişilik özelliklerini değerlendirmek ve OSS toplam kabul standardına uymayan adayları elemenin yanı sıra her bir adayın belirlenen operasyon bölgesinde belirli rolü yerine getirmede performans seviyesini de ön görme görevi vardır.
Tüm bunlar için bir kişinin alanda gerçekleştireceği aynı tür ve bütünlük seviyesinde ve benzer koşullarda fonksiyonları yerine getirmede etkinliğini test edecek gestalt prosedürlere göre bir değerlendirme programı oluşturulması gerekmektedir. OSS personeli birçoğu diğer insanlarla uyum içinde gerçekleştirilen hızlı plan yapma, kasların enstrümanla veya enstrümansız koordinasyonu ve fikirlerin kelimelerle koordinasyonunu gerektiren çeşitli kurgular görevlerle yüz yüze bırakılmalıdır.
Her bir adayın son değerlendirmesi; gündelik gözlemler, standardize soyut zeka testleri, projektif testler, kişisel geçmiş, durumsal grup testleri, kişisel durumsal testler, engel parkuru, gözlem ve raporlama testleri, propaganda yeteneği testleri, psikodrama, tartışma, sosyometrik anket, diğerlerini yargılamadan oluşur.
Son raporu ikinci kısmı 10 kişilik değişkeni üzerine 6 puanlık skala derecelendirmesinden oluşur (çok düşük, düşük, ortalamanın altı, ortalamanın üstü, üstün, çok üstün). İlk 7 değişkenin tüm adaylarda bulunması gerekirken son 3 ü belirli görevlendirmeler için gereklidir: 1) Görev motivasyonu, 2) Enerji ve keyif, 3) Pratik Zeka, 4) Duygusal Stabilite, 5) Sosyal İlişkiler, 6) Liderlik yeteneği, 7) Güvenlik, 8) Fiziksel yetenek, 9) Gözlem ve Bildirim, 10) Propaganda yetenekleri.
Adayları daha uygun biçimde gözlemlemek ve görevlendirmeleri için gerekli kişilik değişkenlerine göre derecelendirmek için her 18 kişilik grup 6 kişilik üç alt gruba bölündü ve her gruba iki üst ve bir ast personel verildi. Böylece her bir adayın bir durumdaki derecelendirmesinin tüm kişilik değişkenlerinin en az 3 bağımsız derecelendirmenin son derecelendirmeyle birleştirilip belli bir süre tartışılan sonucu olması sağlandı.
Bu değerlendirmeye 5500 kişi girmiş olup 20% ü denizaşırı görevler için önerilmemiş,%20 si başka nedenlerle önerilmemiş, denizaşırı gönderilen 1200 kişi ise çalışmalarının üstlerince değerlendirildiği alanlara gönderilmişlerdir.

Makaleyi özetleyen: Elif Arpacı

Makale Özeti: PAVLOV AND SKINNER: TWO LIVES IN SCIENCE (AN INTRODUCTION TO B. F. SKINNER’S SOME RESPONSES TO THE STIMULUS PAVLOV)

Skinner çalışmalarına Pavlov’u örnek alarak başlamıştır, ona göre davranışı anlamamız için tek bir bireyin davranışını incelememiz gerekir, grubun değil. Pavlov ve Skinner teoritik ve deneysel alanda birbirinden ayrılırlar. Skinner, davranış biliminin önceliğiyle ilgilenir, nörolojik işlemlerin davranıştaki etkisine değinmez. Pavlov’un tarif ettiği koşullanmadan farklı olarak Skinner, organizma, çevre ve davranış arasındaki ilişkiyi çalışır ve deneylerinde kullanır. Organizma, çevre ve davranış arasındaki ilişkinin incelenmesi sonucunda ‘edimsel’ kavramını üretmiştir. Edimsel şartlanma bilinen bir uyarıcı tarafından oluşturulmaz, organizma tarafından oluşturulur ve sonuçları tarafından kontrol edilir. Buna karşılık Pavlov tepkisel davranışı savunmaktadır, tepkisel davranış belli bir uyarıcı tarafından oluşturulur. Hayvan çevresel imalara yanıt vererek koşullanmayı oluşturur, verilen objenin veya uyarıcının organizmada nasıl tepki oluşturduğuna bakılır.
Skinner edimsel davranışların koşullandığını iddia ederken Pavlov cevaplı davranışların koşullandığını söyler. Pavlov’un deneylerinde, şartlı uyarıcı sebep olarak konulur, şartsız uyarıcı sunulur, şartlı uyarıcı şartsız uyarıcının daha önce ortaya çıkardığı davranışı üretmeye başlar, bu duruma en büyük örnek şartsız uyarıcı olan yemeğin şartlı uyarıcı olarak salya meydana getirmesidir. Skinner’ın deneylerinde ise durum biraz farklıdır, belli uyarıcı yoktur, organizma kendiliğinden istenen davranışı elde ettiğinde pekiştireç alır. Bu duruma verilebilecek en güzel örnek farenin manivelaya bastığında yiyecek almasıdır. Pavlov’un deneylerinde ödül uyarıcıyla eşleştirilirken, Skinner’ın deneylerinde ödül verilen yanıtla eşleştirilir, bu yüzden edimsel pekiştireç ayrı işlem ve analiz gerektirir. Skinner kendi edimsel koşullanmasını Pavlov’un klasik koşullanmasından çok farklı olduğunu ve edimsel koşullanmanın günlük hayatta uygulanabilirliğinin daha yatkın olduğunu söyler.

Referans:
Catania, A.C. & Laties, V. G. (1999). Pavlov and Skinner: Two Lives in Science ( An Introduction to B. F. Skinner’s ‘Some Rresponses to the Stimulus Pavlov). Journal of the Experimental Analysis of the Behavior, 72, 455-461.

Makaleyi özetleyen: Büşra Kurt

Makale Özeti: An Evaluation of Cognitive Processing Therapy for the Treatment of Posttraumatic Stress Disorder Related to Childhood Sexual Abuse

Bugüne kadar çocuklukta cinsel tacize uğrayan yetişkinlerin tedavisi üzerinde çok fazla durulmamıştır. Buna neden olarak, terapide tacizin gelişim sürecinde, şemaların oluşmasında ve kişilik karakterlerinin oluşmasındaki etkisini konuşmanın zor olması gösterilebilir.
DSM-IV, travma sonrası stres bozukluğu, %20’den %53’e kadar değişen oranlarıyla, çocuk cinsel taciz örneklerinde görülen en yaygın eksen 1 bozukluğu olduğunu rapor etmiştir.
Bireysel terapide, danışanlar terapötik ilişki kurarken taciz hakkında uzun uzun konuşma imkanı bulurlar. Ayrıca bireysel terapi, tekrar yöntemiyle hayatta kalan mağdurlara grup materyallerini tam bir şekilde tamamlama fırsatı verir. Böylelikle de, grup terapisinde danışanlar ödevlerinden, hali hazırda olan önemli meselelerden, belirtilerden ve onların toparlanmasına yardımcı olacak yeni araçlarla pratik yapma hakkında daha çok konuşma imkanı bulurlar.
Bu çalışma da taciz mağdurları için göze çarpan meselelerin altını çizmek adına özel olarak dizayn edilen bilişsel-davranışsal müdahalenin grup ve bireysel olarak birleştirilmesinin yararını incelemek için yürütülmüştür.
Katılımcılar toplumsal reklamlar, fiziksel ve zihinsel sağlık çalışanlarına yollanılan mektuplar ve yerel zihinsel sağlık hizmet kurumlarında yapılan sunumlar aracılığıyla toplanmıştır. 87 kadın katılımcıya çalışmaya dahil olmaları için resmi olarak ulaşılmıştır. Bunlardan 16 tanesi çalışmaya katılmak için uygun olmamaları ve kararlarını değiştirdiklerinden dolayı çalışmaya katılmadılar. Çalışmaya katılmak için bir kez travma sonrası stres bozukluğu tanısı almış olmak, en az bir kez kanuni olarak tanımlanan çocuk tacizi olayı yaşamış olmak ve en az bir tane taciz olayı hatırlıyor olmak gerekmekteydi. Diğer kriterler de travma yaşıyor olmak, madde bağımlılığı, intihar eğilimi ya da diğer engelleyici tıbbi koşullara sahip olmak şeklinde sıralanmıştır.
Çalışma 3 ay ve 1 yılın verilerin toplanması için harcandığı 3 yılı aşkın bir sürede yürütülmüştür. Çalışmaya katılmak için elverişli olan katılımcılar CPT-SA aktif tedavi grubu ve MA kontrol grubu için olarak rastgele belirlenmiştir. Her iki grubun çalışması da 17 hafta sürmüştür.
CPT-SA Resick ve Schnicke’s 1993 yılında tecavüz kurbanları için geliştirdikleri bilişsel işlem terapisidir ve çocuk tacizi mağdurlarında yaygınlıkla görülen travma belirtileri saptamak adına dizayn edilmiştir. CPT-SA tedavisi 17 hafta süren grup ve bireysel terapiden oluşur, katılımcılar her hafta 90 dakika grup, ilk 9 hafta ve 17. hafta da 60 dakika bireysel terapi seansına
devam ederler. Kontrol grubu MA bekleme listesindeki kişiler de 17 hafta boyunca, haftada bir kere 5-10 dakikalık telefon görüşmeleri yapmıştır.
Bu çalışmanın amacı Resick ve Schnicke’in çocukluk cinsel tacizi mağdurları için adaptasyon formatında geliştirdiği bilişsel işlem terapisinin etkisini değerlendirmekti. İlk bulgular gösteriyor ki CPT-SA danışanların tedavi öncesinden tedavi sonrasına değin travma sonrası stres bozukluğu, depresyon ve ayrılma belirti ölçümlerinin istatistiki ve klinik olarak anlamlı bulunduğu bu topluluk için alternatif bir tedavi yöntemidir.
Ayrıca diğer önemli bir gerçek de şudur ki tedavi sürecini tamamlayan hiçbir hasta belirtilerinin kötüye gittiğini söylemedi ve tedaviye başlangıç analizleri de sonuçların bütün değişkenler için istatistiki olarak anlamlı olduğunu gösterdi.

Referans:
Chard, K. M. (2005). An evaluation of cognitive processing therapy for the treatment of posttraumatic stress disorder related to childhood sexual abuse. Journal of Consulting and Clinical Psychology. 73(5), 965-971

Makaleyi özetleyen: Burcu Çiftçi