Lilypie Trying to Conceive Event tickers

27 Ekim 2010 Çarşamba

Makale Özeti: Din ve Psikiyatri

Yalom, psikiyatri bölümü tarafından Oscar Pfister ödülüne layık görüldüğünde, gerçekten çok şaşırmış, çünkü kendisi bir ateistmiş. Ona, bu ödülü kendini dinsel sorulara adadığı için verdikleri söylenmiş. Bunun üzerine Yalom yazdığı bu makalesinde, din ve psikiyatri konusunu ele alarak ve hissettiği uyumsuz düşüncelerin, şaşkınlığın, varoluşsal teröpatik süreci nasıl etkilediğini bizlere sunmuş. Ayrıca, varoluşsal psikoterapi ve dinsel avuntuyu-teselliyi karşılaştırmış. Ona göre, bu iki yaklaşım karmaşık bir ilişki içerisinde. Bir manada, bu iki kavram, aynı soydan gelen kuzenler gibiler. Her ikisi de aynı görev olan insanın hissettiği temeldeki umutsuzlukla uğraşmaktadır. Hatta bazen aynı metodları kullanıyorlar, birebir ilişki kurmak, itiraf, içsel inceleme, başkalarını affetme ve kendilik gibi.
17. yüzyılda birçok filozof, temelleri dine dayanan varoluş konusuyla yakından ilgiliydi. Onların bu düşünceleri tamamen din kaynaklı değildi, fakat din kurumları filozoflara entellektüel bir etkinlik alanı sunuyordu. Bu durumun hem pozitif hem de negatif yönlerini tanımlayabiliriz. Pozitif yanı, din kurumları, filozofları entellektüel faaliyetlere teşvik ediyor ve destekliyorken, negatif olarak ise, yine bu din kurumları düşünülecek konular ve hangi problemlerin ele alınabilececeği konusunda bazı kısıtlamalar getiriyorlardı.
Yalom, çocukluk dönemindeki din eğitimini tam bir eğitimsel felaket olarak tanımlıyor: “Ailemin Yahudi Sinagogu hiç hoşlanmadığım bir şekilde tamamen katı, esnek olmayan, otoriter bir yapıya sahipti. En sonunda, bu durum beni o yıllarda bir Tanrı inancı olamayacağı kararına itti.” Schopenhauer bir sözünde, din inancının, eğer gelişecekse, çocukluk döneminde başlaması gerektiğini söylüyor. Sanırım bu nedenle, Yalom o dönemlerde, hiçbir şekilde inanç düşüncesini yüklenmemiş ve tüm diğer mantıksız inançlar gibi, korkular gibi, Tanrı inancının insana bir yük olduğunu ve kişinin kendini gerçekleştirmesinde bir engel olduğuna inanmış. Git gide bu düşünce Yalomu varoluş hakkında daha bilimsel, materyalistik bir bakış açısına yakınlaştırmış. Yıllar Yalom’un, din ve bilimsel dünyanın birbiriyle uyumsuz olduğuna inanarak ilerlemiş. Ergenlik ve üniversite dönemlerinde, ölüm, anlam, özgürlük ve ilişkileri konu olan kurgu romanlarına, özellikle Rus ve Fransız yazarlara, çok düşkünmüş. Psikiyatri eğitimi süresindeyse, Freud yanlı bir ortodoks analizinden geçerken, kendini çok rahatsız hissetmiş Yalom. Bu süreç sonunda analitik eğitimin kendisini rahatsız hissettirdiğini ve kendisini dini tutuculukla karşılaştırdığını ifade ediyor. Bu sırada, Rolla May’in yayımlamış olduğu “Varlık” adlı kitap, kendisini çok etkilemiş ve ona umutsuzluğa karşı yeni bir perspektif kazandırmış. Bu nedenle, hastalarını seçerken artık kendisini ölüm ve yaşam konularında düşünmeye zorlayacak olmasına dikkat etmiş. Bu hastalar genelde metastatik (vücutlarının başka bölgelerine yayılmış olan kanser hücreleri) kanseri olan kişilermiş. Hastalarla ilk önce bireysel çalıştıktan sonra onları grup terapisine almış ve burada keder, ıstırabın bizi sadece nasıl bir kayıpla yüzyüze getirmesi değil, ayrıca bizi ölümle de karşıkarşıya getirmesi üzerine yoğunlaşmış. Tüm bu deneyimlerinden sonra “Varoluşçu Psikoterapi” kitabını yazmaya karar vermiş.
Yalom kitabında, varoluşçu psikoterapiyi şöyle tanımlıyor: Bireyin varolmasından kaynaklanan endişelere odaklanan dinamik bir terapi yaklaşımıdır. Burada dinamik derken, bilinçdışı ve bilinçli güçlerden, güdülerden ve korkulardan bahsediyor. Daha sonra şu soruyu soruyor, bu güçlerin, güdülerin doğası nedir? Bunlar, varolmanın getirileriyle yüzleşilmesinden kaynaklanan çatışmalardır cevabını veriyor. Varolmanın getirilerini de şöyle sıralıyor: Ölüm, Yalıtım, Anlamsızlık ve Özgürlük.
Peki varoluşsal terapi pratikte nasıl işliyor? Bu soruyu cevaplandırmak için dikkat etmemiz gereken iki nokta var. İçerik ve süreç. İçerik de daha önce bahsettiğim gibi dört temel endişe yer alıyor. Süreci ise Yalom şu şekilde tanımlıyor: “ Terapist ve hasta arasındaki kişilerarası ilişki ”. Buradaki etkileşim sözel ifadelerin yanı sıra sözel olmayan etkileşimden, yani davranışları da içeriyor. Ayrıca, terapide iyileşmeyi sağlayanın, teori değil, terapist ve hasta arasındaki ilişki olduğuna dikkat çekiyor. Varoluşsal sorunların derin bir şekilde terapist-hasta ilişkisini, ve her bir terapi seansını etkilediğini de ekliyor. Terapist ve hastanın yaptığı ittifağı, uyum olarak tanımlıyor ve kesinlikle hastalardan takip ediciler diye bahsedilmemesi gerektiğini, “onlar” ve “biz” diye bir şeyin olmadığını, hasta ve terapistin bir olması gerektiğini söylüyor.
Her insan ölüm, anlamsızlık, yalıtım ve özgürlük anksiyetesi yaşar – ve din burada insanın basit bir girişimi olan varoluş anksiyetesini bastırması olarak ortaya çıkar. Bu nedenden dolayı, dinin her yerde ve her zaman bulunmasının sebebi, varoluş anksiyetesinin her an her yerde bulunmasıdır.
Biz insanlar bu dünyada bir anlam arayan mahlûkatlarız. Hayattaki en önemli görevlerimizden biri, hayatta kalmak için bir neden bulmaktır. Bu arayış bizi bazen krizlere sürükler. Victor Frankl bir sözünde şöle demiş: “Bilinçli olarak hayatta bir amaç aramak yerine, o anlamı, otantik varoluşu meydana çıkarmak, kendini aşmak için çabalamak daha anlamlı.”
Oxford’un ingilizce sözlüğünde, “din” şu şekilde tanımlanmış: bağlanmak, birleştirmek. Yalom da bu anlamı kullanarak, dinin ve psikoterapinin açık bir şekilde aynı görevleri, birer bağlantı görevi taşıdıklarını söylüyor. Din, insanlara çok güçlü bir bağlantı sağlar. İnançlı bir insan, sadece kendi varlığından değil ayrıca bu varolmanın nihai bir birleşmesi (sevilen ve kaybedilen kişiler ile, Tanrı ile) olduğunun da farkında olan insandır. Birçok insan şüphesiz bir dine sosyal bir bağlantı amacıyla bağlanmıştır. Yalom bu sözleriyle dinin ve psikoterapinin temelde aynı işlevlere sahip olduğunu sölüyor. Fakat din konusunda terapi ortamında dikkat edilmesi gereken bazı noktalara da değinmiş. Hiçbir terapistin kendi dünya görüşünü hiçbir şekilde karşısındakine empoze etmemesi gerektiğini, terapistin görevinin karşısındakine yardımcı olmak, yani empati yaparak karşısındakinin inanç sistemini mümkün olduğunca anlamaya çalışmasıdır diyor.
Sonuç olarak, Yalom önce farkında olmadan daha sonra ise başkalarının ona fark ettirmesiyle din konusuna merak sarmış ve din ile psikiyatri arasındaki ilişkiyi incelemiştir bu süreçte onu varoluşçu olmaya itmiştir.


Makaleyi İngilizce'den tercüme eden ve özetleyen: Beyza Albayrak

Hiç yorum yok: