Lilypie Trying to Conceive Event tickers

30 Kasım 2010 Salı

Makale Özeti: Influence of Gender Constancy and Social Power on Sex-Linked Modeling

Bilişsel gelişim kuramının sağladığı veriler ve sosyal öğrenme kuramının cinsiyete bağlı modelleme ile ilgili bulguları test edilmiştir. Bilişsel gelişim kuramında, cinsiyet sabitliği aynı cinsiyetten modelleme konusunda önemli bir ön koşuldur. Oysa sosyal öğrenme kuramına göre, cinsiyet rollerinin gelişimi, sosyal etkiler altında ilerleyen geniş bir sistemdir ve cinsiyet rollerinin bilgisi sunulan modellerle iletilir. Sosyal öğrenme kuramının bu görüşü ile tutarlı olarak, düşük seviyede cinsiyet algısı olan çocuklar dahi, aynı cinsiyetten modelleri taklit etmeyi, farklı cinsiyetleri modellemeye tercih etmişlerdir. Cinsiyet sabitliği seviyesi hem erkek hem kadın modellerin taklit edilmesiyle ilişkilendirilmiştir. Bu bulgular, modellemenin cinsiyet özellikleri edinmede etkili temel mekanizma olduğunu doğrular.
Bir diğer deney ile aynı cinsten modellemenin limitlerini araştırdık. Bulgular gösterdi ki, sosyal güç faaliyetleri üzerinde ve ödüllendirici kaynaklar ile karşı cinsten modelleme erkek çocuklarda mümkündür. Bu beklenmedik formdaki karşı cinsi modelleme davranışı, cinsiyetin belirleyici özelliklerini kazanırken erkek çocukların üzerinde bir baskı olabileceği ve sosyal deneyimlerle bu baskının etkileşiminin bu modelleme davranışına yol açabileceği şeklinde açıklanmıştır.
Cinsiyet rolü gelişimi kuramlarının çoğu, modellemeyi cinsiyet rollerini öğrenmede temel mekanizma olarak belirtir. Maccoby ve Jacklin laboratuar çalışmalarının sonucunda çocukların sürekli olarak aynı cinsi modellemediklerini bildirmişlerdir. Ancak onların çalışmasında çocuklara bir cinsiyetten birer model sunulmuştur. Çoklu modelleme ile modelleme davranışının günlük hayatta nasıl etki ettiğini araştıran bir dizi çalışmada, çocuklar çoklu modellere maruz kaldıklarında, aynı cinsiyetin davranışını modelleme eğilimlerinin yüksek olduğu gözlenmiştir.
Bilişsel gelişimsel kuramına göre, çocuklar aynı cinsten modelleri taklit ederler çünkü onları kendileriyle aynı olarak algılarlar. Böylesi seçici taklitler, aynı cinse karşı olan duygusal bağları beslemektedir. Çocukların cinsiyet rollerinin farklılaşması ve kendilerini aynı cinsten modellere benzer olarak algılamaları, kimliklerinin oluşmasından önce gelişir. Bu durum cinsiyet özelliklerini kazanmanın kimlik edinme aşamasının bir ürünü değil, öncülü olduğunu gösterir.
Sosyal öğrenme kuramcıları, model alma davranışının cinsiyet rollerini belirlemede çok önemli bir etkisi olduğunu ifade ediyorlar. Çocuklar devamlı olarak farklı cinsiyetlerden modellerin davranışlarına maruz kalıyorlar. Eve okulda ve medya da her türlü modelle karşı karşıyalar. Bu çoklu cinsiyet rolü kaynaklarından, çocuklar kendi cinsiyetlerine uygun buldukları davranışları model alıp öğreniyorlar. Çocuklar her iki cinsiyeti de gözlemleyerek davranışları her iki cinsiyetten de öğreniyorlar ancak bu öğrendiklerinden hangilerini kendilerinin de uygulayacağı konusunda seçimler yapıyorlar.

Kay Bussey Albert Bandura, Journal of Personality and Social Psychology, 1984.Vol.47, No.6, 1292-1302


Makaleyi İngilizceden tercüme eden ve özetleyen: Sümeyra Tayfur

Makale Özeti: On Broadening the Cognitive, Motivational and Socio-structural Scope of Theorizing about Gender Development and Functioning

Cinsiyet gelişimi üzerine yazdıkları makalelerinde C.L. Martin, D.N. Ruble ve J. Szkrybalo, kendi cinsiyet gelişimi kuramlarını, sosyal davranışçı kuramın açıklamalarıyla karşılaştırmışlardır. Yapılan bu yorumlamanın amacı ise, sözü geçen yayında sosyal-davranışçı kuramın yanlış ifade edildiği kısımları düzeltmek aynı zamanda Martin ve çalışma arkadaşlarının, cinsiyet kalıbını cinsiyet gelişiminin başlıca tetikleyicisi olarak gösterdikleri çalışmayı analiz etmektir.
Cinsiyet gelişiminin ve psikolojik işlevselliğinin, sosyal bilişsel kuramdaki yerini açıklayan bir makalemiz Psychological Rewiev da yayınlanmıştır. (Bussey & Bandura, 1999) Bu kuram cinsiyet gelişimini kavramsallaştırırken aynı zamanda cinsiyet gelişiminin bilişsel sosyo-kültürel, biyolojik etkenler gibi bileşenlerden etkilenerek işlevsellik kazandığını ifade eder.
Ayrıca bu fikre göre cinsiyet yapılanması yalnızca aile ve arkadaş grubu ile değil, sosyal çoklu çevre etkileşimleriyle de ilgilidir. Bu açıdan cinsiyet gelişimi ve işlevselliği geniş bir sosyal ağın - ki bu ağ, aile, arkadaşlar, medya, sosyo-kültürel çevre ve mesleki ortam gibi birçok bileşeni içerir- ortak ürünüdür.
Bu kuramın başka bir yorumu da cinsiyet gelişimi üzerine çalışmaların yaşam boyu gelişimi içermesi gerektiğidir. Çünkü cinsiyet gelişimi aynı zamanda, benlik kuramının kazanılmasıyla da doğrudan ilişkilidir. Burada temel mesele, cinsiyet ayrışımını açıklamak değil, cinsiyetin bütünlükçü olarak ele alınıp kapsamlı bir şekilde öneminin vurgulanmasıdır.
Bilişsel davranışçı kuramcılar, cinsiyet-benlik gelişimi ölçümlerinin yeterli bilişsel davranışçı test kaynakları sağlamaktan uzak olduğunu ifade etmişlerdir. Kuram kabul edilebilir olmasına rağmen ölçümler başarısız olmuştur. Bununla beraber, sistemli geliştirmeler, cinsiyet gelişiminin birincil belirleyeni olarak cinsiyet-benlik gelişimini göstermektedirler.
Martin ve çalışma arkadaşları, ilkel kimlik/etiketleme olarak adlandırdıkları bulguların erken cinsiyet gelişimini etkilediğini söylemişlerdir. Burada onlar bir kavram yanılgısı ve karışıklık ortaya çıkarmışlardır. Bu anlatının amacı sosyal bilişsel kuram kritiğindeki yanlış anlamalarını düzelterek teoriye yeniden bir yorum getirmektir.
Martin ve arkadaşlarının eleştirilerinin aksine sosyal bilişsel teori uzun zamanlardır bilişsel davranışçıların kaçırdığı bir noktayı rol modellemenin cinsiyet gelişimi üzerindeki etkisini detaylıca açıklar. Davranış öğrenmede aynı cinsiyetten modellerin farklı cinsiyetten modellerden daha etkili oldukları çalışmalarla kanıtlanmıştır.
Bilişsel davranışçılar modellemenin aynı cinsiyet üzerinden olmasının yersiz ve akıldışı olduğunu bildirirken, biz sosyal bilişselciler, çocukların kendini düzenleyebilmesine yardımcı olan kişisel standartları nasıl oluşturduklarını inceliyoruz.
Davranışçı teoriler, insan davranışının ödül veya ceza sonucuna göre şekillendiğini ve davranışın bu değişkenlere bağlı olarak öğrenildiğini ileri sürerler. Sosyal öğrenme kuramında deneyimlenmiş sonuçların etkisi bilgi verici ve motive edici olmaktadır, otomatik bir şekillendirici veya kontrol mekanizması değildir.
Bu konuda temel mesele, bilişsel belirleyicilerin cinsiyet gelişimindeki ve işlevselliğindeki rolü değil, bu bilişsel faktörlerin nasıl işlediği ve kapsamı ile ilgilidir. Martin ve arkadaşları biliş kavramı, cinsiyeti fikir olarak oluşması ve şekillendirmesi olarak tanımlıyor. Sosyal bilişsel kuramda ise biliş çok çeşitli formlara girebilir. Örneğin kişinin kendisi ve çevreyle ilgili algısı biliştir, deneyimleri biliştir, kişisel hedefleri biliştir. Sosyal bilişsel kuram bu çok bileşenli biliş kuramıyla anlamlı bir bütün oluşturmuştur.

Martin, Ruble and Szkrybalo (2002)A.Bandura K.Bussey,Psychological Bulletin, 2004, Vol. 130, No.5, 691-701

Makaleyi İngilizceden tercüme eden ve özetleyen: Sümeyre Tayfur

Makale Özeti: God image and Five-Factor Model personality characteristics in later life: A study among inhabitants of Sassenheim in the Netherlands

The aim of this study is, seeing the relation between personality characteristics which are defined by Five-Factor model and being religiousness. In order to assess it, for the personality the Dutch form of NEO- PI-R personality inventory, for the god image Dutch form of Questionnaire God Image, for the depressive symptoms Center for Epidemiologic Studies Depression Scale, were applied to 53 older mainline church members (aged 68-93) in Sassenheim in Netherlands. Some other variables such as religious affiliation, church attendance, and frequency of prayer and physical health were also evaluated.
Some of the personality characteristics of Five-Factor Model were found related to God Image. Neuroticism found correlated with two type of a negative God image which are feeling anxiety and discontent to God, but again negative image of God which are ruling and punishing were not found correlated with Neuroticism. Agreeableness was found correlated with God image, in a term of perceiving God as supportive and frequency of praying, however but it was not found correlated with positive feelings to God.
Because of it was thought that relation between personality and God image can be influenced by depressive mood, it was also evaluated separately. But, results showed that, association between Neuroticism and anxiety toward God were found inconclusive. However, relation between Neuroticism and feelings of anxiety were found parallel to feelings of discontent towards God. Although they both show a way of feeling, the difference between them is, feelings of anxiety is seem as humility or guilt, feeling of discontent is seem anger or feeling abandoned by God. Having anger and anxiety are seem to be very close each other, especially when a person experience fearful dependency in a relationship in a term of psychodynamic point. But, it can be also argued that while the dependency leads to fear of being separated, the existence of dependency may cause narcissistic humiliation and feelings of anger.
Consequently, this study supports the relation between some personality characteristic and affective dimension of religiousness in old age.

Reference
Braam A. W., Mooi B., Jonker J. S., Tilburg W., Deeg D. J. H. (2008). God image and Five-Factor Model personality characteristics in later life: A study among inhabitants of Sassenheim in The Netherlands. Mental Health, Religion and Culture, 11, 547-559.

Makaleyi özetleyen: Merve Feyizoğlu

Makale Özeti: Evaluating the Relationship Between the Five-Factor Model of Personality and Religious Orientation

The aim of this study is, searching for is there any relation between five factor model and religious orientation. Religion orientation is about how people experience religion and it also includes intrinsic, extrinsic and quest orientations. This study was applied 413 undergraduate students. Allport and Ross’s intrinsic and extrinsic scales, Batson and Shoenrade’s quest scale and five factor model inventories were used in order to see results. Students were asked to rate how much items described them.
The results showed that, there was a positive relation between the intrinsic and extrinsic factors, small and positive relation between extrinsic and quest factors, and negative relation between the intrinsic and quest factors. It was also found that religious orientation factors and five factor personality factors had a small correlation. But, small but positive correlation was found between intrinsic religious orientation and Agreeableness. Significantly correlations between intrinsic religious orientation and openness, extrinsic religious orientation and neuroticism, quest religious orientation and neuroticism, openness and agreeableness were found.
Similar to previous studies, the highest relation was between intrinsic religious orientation and Agreeableness which shows that individuals who have more interpersonal relations also have more strong personal commitments. We can also say that, because of the relation between intrinsic religious orientation and openness, this kind of people internalizes the religion and associate the religion into their life. Small but statistically significant positive correlation was found between extrinsic religious orientation and neuroticism. More extrinsic people do not internalize religion and have more causal approach to religion. They are more concerned with benefits of religion rather than actual beliefs. People who are high in emotional stability show more negative emotionality. So we can say that there is a positive relation between neuroticism and extrinsic religious orientation.
Finally, religious orientation seems to be related with five factor model, at the same it is independent from it. We can conclude that, five factor models are more general than religious orientation. However, religious orientation is an individual difference variable which can affect the dimensions of five factor model.

Barret C. E., Roesch S. C. (2009). Evaluating the Relationship between the Five-Factor Model of Personality and Religious Orientation. Journal of Psychology and Christianity, 28, 195-199.

Makaleyi Özetleyen: Merve Feyizoğlu

29 Kasım 2010 Pazartesi

Makale Özeti:THE HIERARCHY OF NEEDS AND CARE PLANNING IN ADDICTION SERVICES: WHAT MASLOW CAN TELL US ABOUT ADDRESSING COMPETING PRIORITIES

Abraham Maslow (1943) ihtiyaç teorisini, “İnsan Motivasyonunun Teorisi” başlıklı makalesinde yayımlamıştır. Bu teori, eksiklik ihtiyaçlarından ve oluş ihtiyacından oluşmaktadır. Eksiklik ihtiyaçları; fizyolojik, güvenlik, ait olma ve saygı ihtiyaçlarını barındırır. Oluş ihtiyacında ise kendini gerçekleştirme ihtiyacı yer alır. Özellikle oluş ihtiyacını bağımlılık terapisiyle ilişkilendiren Best, Day, McCarthy, Darlington ve Pinchbeck; bu makalelerinde kendini gerçekleştirme (self-actualization) ile uç derecede mükemmel olma (transcendence) kavramlarını ele almanın gerekliliğinden bahsettiler. “Ekmek yokken insan sadece ekmeği arzular” sözüyle çalışmalarının temelini atan Best ve arkadaşları, bu sözün doğru olduğunu varsayarak “kişinin karnının tıka basa doluyken de ekmeği arzuluyor olması” durumunu araştırdı. Bu ironiyle, bireyin fizyolojik açlığını gidermesinin ötesinde, organizmasına egemen olması gerektiği vurgulandı. Bahsedilen açlık, bireyin tatmin olmasıyla ilişkilendirildi.
Açlıkla ilgili olarak, “uyuşturucu bağımlılarının, ihtiyaç duydukları maddeyi almadıkları zaman yaşadıkları his” tanımını yaptılar. Bu hastalar servise getirildiklerinde; kendilerinin ve ailelerinin ifade ettiğine göre sık sık sersemlemek, birden çok madde kullanımına yönelmek, fiziksel ve psikolojik sağlık problemleri gibi sorunlar yaşamaktaydı. Ayrıca çoğu zaman aileleriyle uyuşmazlık problemleri gözlenmekteydi. Nitekim arkadaşlık ağlarını kullanmada da sorunlar ortaya çıkmaktaydı. Best ve arkadaşlarına göre; “eğer bütün ihtiyaçlar tatmin edilmemişse, organizmaya fizyolojik ihtiyaçlar hâkim olur”. Bir başka söylemle, hiyerarşinin en alt tabakasında yer alan fizyolojik ihtiyaçlar tatmin edilmezse, yerini diğerlerine vermez. Bu hususta, uyuşturucu arayışının da aynı sistemde gerçekleştiği savunulur. Onların fiziksel ihtiyaçları; uyuşturucudan mahrum olmak (drug deprivation), geri çekilme (withdrawals), doymak bilmeyen iştah (craving) ve zevk alamama (anhedonia)’dır. Özellikle evsizler ve belirli zihinsel veya fiziksel problemleri olanlar, bu tür fiziksel ihtiyaçları karşılamakta diğerlerine göre daha yetersizdir.
Genel olarak İhtiyaç Hiyerarşisi, klinik denetimi (supervision) ve servislerdeki performans değerlendirmeleri için model sunan bir işleve sahiptir. Tedavinin amacı, hiyerarşik yolculuk olmalıdır. Bu yolculuk, hem bakım planı incelemelerini hem de olası bir eylem planını içinde barındırmalıdır. Aslında tedavi yürütmek gibi bakım planı da sürecin etkili bir seyahat olmasını hedeflemektedir. Bu plana göre (care planning), terapinin işleyebilmesi için, hiyerarşide alt sırada yer alan ihtiyaçların giderilmesi ve ardından üst sıradakilere geçilmesi önemlidir. Eylem planında ise, müşterilerin ve işçilerin yaptığı gibi, hastaların da fizyolojik ihtiyaçlarını yönetmesi sağlanır. Bu konuda uzmanlar, hastalara tedavi önerirler ve uyuşturucu alımını tamamen ortadan kaldırmak için yardım sağlarlar (deteoxification). Süreç içerisinde güvenlik, ait oma, saygı ve ruhsal ihtiyaçların giderilmesini aktarırlar. Aynı zamanda ev konforu yaşatan psikiyatri servislerinde belli bir süre kalmak, hastanın kendisini yalnız hissetmesini ve yeniden uyuşturucu almaya yönelik oluşan dürtüsünü engellemesinde yardımcı olur.
Tedavi ve terapinin birlikte rol aldığı bu yolculuk esnasında ilaç tedavisi, uyuşturucu tedavisinde hakim bir etkiye sahiptir. Ancak bu sürece terapi takviyesinin yapılmasıyla, sürecin etkisi artırılır. Örneğin; terapide yer alacak değişim modeli, bağımlılıkla baş etmede kazanılan bağımsızlığın ilaç kesildiğinde de sürmesini sağlar. Bunun için koruyucu bakımın (maintenance) değişmezlik derecesine erişmesi gerekir. Özünde güvenlik ve fiziksel ihtiyaçların çekişmesini içeren koruyucu bakım, ancak hiyerarşi içerisindeki sürtüşmelerle bir sürdürülebilirlik (sustainability) kazanır. Bu sürtüşme, aktive olmaları hususundaki ihtiyaçların rekabetine bağlıdır.

Referans
Best, D., Day, E., McCarthy, T., Darlington, I., & Pinchbeck, K. The hierarchy of needs and care planning in addiction services: What Maslow can tell us about addressing competing priorities. Addiction Research and Theory, 2008, 16 (4): 305 – 307
Makaleyi İngilizceden tercüme eden ve özetleyen: Berra Baş

Makale Özeti: INDIVIDUAL PSYCHOLOGHY

Individual psychology claims that every individual has their own life style that people have doesn’t change. Individual contributes his/her own life based on his/her own life style.
Friendship, comradeship, and social connection towards others are important components for having our own life style.
In order to have good friendship and comradeship, we should be honest, responsible, and interested in others’ welfare. In order to have good social connection and to be accepted by society, we should be useful, working and creating. Every individual has their own meaning of life. It’s linked by what an individual wants and what a society want from an individual.
There is a feeling of inferiority that every individual feels when an individual cannot give what society needs from him/her. For example; children with body defective organs are trying to compensate these lacks by finding something to do to make them have feeling of superiority. They can be a coachman and then they have a life style based on this goal of good-likeness, and they behave, move, understand, feel, and express themselves dependent upon this life style.
We can give another example about hated children who are illegitimate or unwanted.
They feel inferiority because society doesn’t accept them and threat them as they are an enemy. So their goal of superiority is being a powerful person by suppressing others.
Lack of social feelings can be treated by teachers for children, and can be treated by psychotherapists for adults. If they cannot have true social feelings, they cannot join with others when they face a new situation like school, marriage, and friendship. These people can be problematic children, criminals, neurotics, and they can commit suicide. Alfred gave an example of a boy. He found his home atmosphere in his class thanks to his teacher, so that he wasn’t a problematic child. When the teacher went, and a new one came, he felt that he came into a new environment and he was incapable of getting used to this new situation. He wanted to center of attention and to be appreciated, but he couldn’t do this because of lack of social courage. So that he became superior on truancy, and he took enough attention by others even if this superiority is wrong and mistake.
Adler says that all of them show us every individual have inferiority feelings about something. And their way of reaching superiority to compensate their inferiority feeling is the way of their life style.
Problematic children and adults, neurosis, crimes are the individual who has a wrong and mistake life style and which built up in early childhood.
The style of life is starting form first three and four years. After first three and four years, it reaches almost its fix position. So, for neurosis, crimes and problem children and adults, parents have biggest part of responsibility. If they teach them courage for social feelings for new environment, children will not have wrong and mistake superiority feelings. Parents can make their children face with different environment as much as possible. Parents should teach their children that personal and common happiness are dependent upon the interest of each other. If parents fail to teach these, the mistakes should be seen early by specialist teachers, and then psychotherapists, psychologists, social workers; and they have to work on how to correct these mistakes so that to increase social feelings and responsibilities.

Adler, A. (1927). Individual Psychology. The Journal of Abnormal and Social

Psychology, 22(2), 116-127.
Makaleyi özetleyen:Şeyda Varol

Makale Özeti: An Alternative "Description of Personality": The Big-Five Factor Structure

Birçok araştırmacı ve kişilik kuramcısı, bireyin kişiliğinin temel yapısının beş boyuttan (Sorumluluk, Dışadönüklük, Uyumluluk, Duygusal Denge ve Kültür) oluştuğunu ileri sürmektedir. Bu makalede de Goldberg, kişiliği tanımlamada kullanılan beş büyük faktör üzerine yaptığı çalışmadan bahsetmiştir. Beş Büyük Faktör Kuramı ile ilgili ilk çalışmaları L.L Thurstone gerçekleştirmiştir. Francis Galton, ilk defa sözcüksel varsayım hipotezini fark eden ve geliştiren kişi olmuştur. Bu hipotez; ‘dilden yola çıkarak, kişilik özellikleri ile ilgili ayrıntılı bir sınıflama yapılabilinir mi?’ sorusu üzerineydi. Gordon Allport ve H. S. Odbert bu hipotezi uygulamaya koydular. Allport ve Odbert, en ayrıntılı iki İngilizce sözlük üzerinde çalıştılar ve 18.00 kişilik tanımlayıcı sözcük çıkardılar. Sonrasında bu listeyi 4.500 sıfata indirdiler. Raymond Cattell, Odbert’in listesini inceledi ve psikoloji literatüründen bazı terimlere eş anlamlı kelimeler ekleyerek, sözcük sayısını 171’e indirdi. Daha sonrasında bu 171 kelimeyi insanlara uygulatarak oylamalarını istedi ve analiz ettirdi. Böylece Cattell, 35 büyük kişilik özelliğini belirledi. Diğer araştırmacılar ile birlikte, bu özellikler üzerine kişilik testleri hazırladı. Tupes ve Christal, sekiz büyük örnekten gelen kişilik verisini incelediler ve Cattell'in kişilik ölçeğini temel alan 5 kişilik kuramını keşfettiler. Bu çalışma; beş büyük kuramın, büyük bir kişilik faktör kümesini karşılayabilecek kadar yeterli olduğunu bulan Norman tarafından tekrarlandı. Norman bu faktörleri; Dışadönüklük, Uyumluluk, Sorumluluk, Duygusal Dengelilik ve Kültür olarak isimlendirdi. Lewis Goldberg, kendi sözcüksel projesine başladı, beş etmeni tekrar keşfetti ve psikologların ilgi alanına geri getirdi. Daha sonra bu etmenler için "Büyük Beş" terimini kullandı.
Bu makalede, Büyük Beş faktör kuramı ile ilgili yapılan 3 çalışmadan bahsediliyor. Çalışmalarda, kişiliği genel anlamda açıklayabilen 5 faktörlü bir yapının olup olmaması ve İngilizce içinde yer alan bazı sıfatların beş faktör yapısına uygun olup olmadığı araştırılmıştır. Uygulamalarda faktör analizleri kullanılmıştır. Bu çalışma için 50 kız ve 50 erkek üniversite öğrencisiyle çalışılmıştır. İngilizcede bulunan sıfatlar kapsamlı şekilde kullanılmıştır. Birinci çalışmada (Rationale and Background), 1.413 sıfat kullanılarak 75 küme oluşturulmuş; ikinci çalışmada (Rationale and method) 1.710 sıfat 433 sıfat grubuna indirgenerek 133 eşanlamlı kelime oluşturulmuş; üçüncü çalışmada ise (Rationale), 479 sıfat içinden 100 sıfat gurubu türetilerek oluşturulmuştur. Faktör analiz sonuçları, kişiliği genel anlamda açıklayabilen beş faktörlü bir yapının olduğunu ve seçilen sıfatların beş faktör yapısına uygun olduğunu göstermektedir.
Lewis R. Goldberg, (1990). An Alternative "Description of Personality": The Big-Five Factor Structure. Journal of Personality and Social Psychology 59, 1216-1229

Makaleyi İngilizceden tercüme eden ve özetleyen: Elif Pelin Özmen

Makale Özeti:Higher-Order Factor Structures and Intercorrelations of the 16PF5 and FIRO-B

Bu makalede, 16 kişilik faktörü anketi ile Temel Kişiler Arası Oryantasyon-Davranış Ölçeği kullanılarak, kişiliğin; bağımsız ve birleşik faktör yapıları incelenmiştir. Amaç, bağımsız bir çalışma ile -faktör yapılarını da kullanarak- kişiliği ölçmektir. Bunun için, Cattel’in geliştirdiği 16 kişilik faktörü anketinin 5. versiyonu (Sixteen Personality Factor Questionnaire Fifth Edition (16PF5) ve Schutz’un Temel Kişilerarası Oryantasyon-Davranış Ölçeği (Fundamental Interpersonal Orientation-Behaviour Scale (FIRO-B) ) kullanılmıştır.
16 kişilik faktörü anketi, faktör analitik yöntemi ile geliştirilen; 16 kişilik özelliğini ve 5 genel kişilik eğilimini ölçen bir testtir. 16PF kişilik faktör anketinin 5. versiyonunda, anketin genel yapısı değiştirilmeden bazı yenilikler getirtilmiş. 16PF, 185 sorudan oluşmaktadır. 16 kişilik özellikleri; Grupta Olma İsteği (A), Amaçlarını Gerçekleştirme (C), Baskınlık (E), Canlılık (F), Kuralları Sorgulama (G), Sosyal Girişkenlik (H), Mantık veya Duyguyu Kullanım (I), Başkalarına Güven (L), Soyuta Odaklılık (M), Kendini İfade Etme Tercihi (N), Kendini Sorgulama (O), Yeniliğe Açıklık (Q1), Karar Verme Tarzı (Q2), Mükemmeliyetçilik (Q3) ve Gerginlik (Q4)’dır. Costa ve Robert McCrae, 5 faktör modelinden yola çıkarak NEO PI-R kişilik kuramını geliştirmişlerdir. Beş büyük kişilik özelliği; dışadönüklük, duygusal denge, açıklık, uyumluluk ve sorumluluktur.
Temel Kişiler Arası Oryantasyon-Davranış Ölçeği (FIRO-B); kişisel davranışlarımızın, başkalarına karşı davranışımızı nasıl etkilediğini ortaya çıkarmak için kullanılır. Bu ölçek, insanların bir grup içerisindeyken kişileri anlamak için 3 ana ölçüye (kontrol, sevgi ve açıklık) ihtiyaç duyduğunu belirtiyor. Ayrıca ölçek, 54 sorudan ve 6 alt ölçekten (dâhili ifade, dâhili istek, kontrollü ifade, kontrollü istek, sevgi isteği ve sevgi ifadesi) oluşuyor.
Bu çalışmada, 16PF5 ve FIRO-B ölçekleri kullanılarak ortak bir kişilik envanteri oluşturulmaya çalışılmış ve bu doğrultuda 3 hipotez kurulmuştur. 1.hipotez; 16 temel kişilik özeliklerini kullanmadan (grupta olma isteği, amaçlarını gerçekleştirme gibi), 5 faktörün (açıklık, sorumluluk, dışadönüklük, uyumluluk, duygusal denge) 16PF kişilik envanterini ölçmede tek başına yeterli olabileceği üzerine kurulmuştur. 2.hipotez; sevgi, açıklık, kontrol ya da baskınlık, sosyal duygusal etkileşim faktörlerinden birinin; tek başına FIRO-B envanterini açıklayabileceği üzerine kurulmuştur. 3.hipotez ise; FIRO-B envanterine, 5 büyük faktörden biri olan dışadönüklük etmeninin eklenmesiyle oluşacak yeni ölçeğin, anlamalı olup olamayacağını incelemek üzere kurulmuştur.

Araştırmaya 1014 kadın 3397 erkek olmak üzere 4414 Amerikalı katılmıştır. Katılımcıların meslekleri göz önüne alınmış, çalışma türlerine göre yönetici, satıcı ve diğer meslek çeşitleri olarak gruplandırılmıştır. Katılımcılar, 16PF anketindeki 185 ve FIRO-B ölçeğindeki 54 soruya cevap vermişlerdir.

Exploratory Faktör Analizleri sonucuna göre; 16 kişilik faktörünün, 5 faktör ile açıklanabileceği doğrulanmış; buna rağmen 3 birleşenli yapının (sevgi, açıklık ve kontrol) tek başına FIRO-B’yi açıklamada yeterli olmayacağı görülmüştür. Ayrıca dışadönüklülük ölçeğinin FIRO-B’ye eklenmesi ile bu ölçeğin daha güçlendiği, eksik kalan yönlerinin de bu ölçekle tamamlandığı görülmüştür.
Bu çalışma gösteriyor ki, 5 faktör modelindeki dışadönüklük ile FIRO-B ölçeğinin 6 alt ölçeği arasında güçlü bir bağ vardır.


Laura J. Dancer and Stephen A. Woods, (2006). Higher-Order Factor Structures and
Intercorrelations of the 16PF5 and FIRO-B. International Journal of selection and assesment.14 385-391

Makaleyi İngilizceden tercüme eden ve özetleyen: Elif Pelin Özmen

27 Kasım 2010 Cumartesi

Makale Özeti: CONFLICT VERSUS CONSOLIDATION OF MEMORY TRACES TO EXPLAIN “RETROGRADE AMNESIA” PRODUCED BY ECS

Retrograde amnesia is a form of amnesia where someone is unable to recall events that occurred before the development of the amnesia. There were some observations about on this subject. According to the observation, electroconvulsive shock is cause retrograde amnesias. Also other trauma purposed recently formed associations are especially subject to disruption. This observation suggests that there is a process of fixating memory traces which operates for a period after each learning episode. The memory trace is especially vulnerable to disruption the earlier the trauma. However observation could be demonstrate also by assuming that the more immediate administrations of ECS induced more fear of the goal, and hence conflict, which interfered with performance.
In Duncan experiment, there is fear or conflict because of avoidance response’s association at the shorter intervals with some aversive electroconvulsive shock itself would have same effects as amnesia. Duncan understood that against use of fear and conflict to explain the effects of the ECS.
In this experiment, Miller and Coons replicated Duncan’s experiment. 37 rats were subject in first experiment. All animals, while four days thirsty, were habituated to having electrodes clamped to their ears for brief intervals by pairing each electrode application with a water reward from an eye dropper. Each animal was weighed on the fourth day following habituation. Testing covered 27 consecutive days. Each 5 received one trial per day of being placed in the "dark" compartment where the 112-v. Shock came on after 10.6 second and stayed on. Results replicated Duncan’s result and also result provides evidence for increased fear as measured by urination and defecation in the rats receiving the ECS after each learning trial.
In second experiment the rat’s task was to learn to stop performing an avoidance response when the electric shock was turned off and a shock was introduced into the other place. Under these conditions, learning was faster the sooner the ECS followed each trial. Amnesia which produced by ECS was overridden by increased fear induced by the ECS. Result of this experiment can prove the occurrence of retrograde amnesia.

Coons, E.E., Miller, M.E., Conflict versus Consolidation of Memory Traces to Explain “Retrograde Amnesia” Produced by ECS, Journal of Comparative and Physiological Psychology MIGO, Vol. 53, No, 6, 524-531

Makaleyi İngilizceden tercüme eden ve özetleyen: Aslı Karamuk

26 Kasım 2010 Cuma

Makale Özeti:Personality structure and measurement: the contributions of Raymond Cattell

Raymond B. Cattell, kişiliğin yapısı ile ilgili onlarca kitap ve yüzlerce makale yazmıştır. Yazdığı makalelerin bir kısmı, British Journal of Psychology (iBJP)’de yayınlanmıştır. Bu makalede de, Cattell’in 1946’da kişilik yapıları ile ilgili yazdığı 2 makalenin içeriğinden bahsediliyor.
Cattell; Spearman ve Thorndike’in araştırma heyetinde çalışma fırsatı bulmuş ve faktör analizinin yeni bir metodunu yarattığı kendi doktorası üzerinde çalışmıştır. Daha sonra Harvard Üniversitesi’ne katılmış ve Harvard’daki 3 yılı, kişilik hakkındaki düşünceleri üzerinde etkili olmuştur. Burada Cattell ilk olarak, ‘faktör-analitik’ metodunu geliştirmiştir. Daha sonra Harvard Üniversitesi’nden ayrılarak, Illinois Üniversitesi’nde çalışmaya başlamış; burada elektronik bilgisayar olan Illiac I’ı geliştirmiştir. Cattell kişiliğin gelişimi hakkındaki teori ve yorumlarını kitaplarda toplamıştır ve bu kitaplardan birini de 1946’da yazmıştır (‘Kişiliği Tanımlama ve Ölçme). Aynı yıl ‘Kişiliğin Yapısı ve Ölçümü’ adında 2 farklı makale yazmıştır.

The operational determination of trait unities (Cattell, 1946c)
‘Kişiliğin yapısı ve ölçümü I’ olan makalede, Cattell, kişilik ile ilgili yüzeysel ve kaynaksal özellikleri ele alarak konuya giriş yapmıştır. Makalede genel olarak, ayrıcı özellik yaklaşımı ve faktör analizi yöntemlerinden bahsetmiştir.
Cattell, diğer kişilik kuramcılarından farklı düşünerek, insan kişiliğini oluşturan öğelerle ilgili kavramlar geliştirmemiş; psikoloji dışındaki diğer bilim dallarında kullanılan yaklaşımları da kullanmıştır ve deneysel yöntemleri kullanmanın üzerinde durmuştur. Cattell, binlerce insandan elde edilen verilere uyguladığı birçok faktör analizi sonucunda, ayırıcı özelliklerin farklı şeklilerde sınıflandırılabileceğini belirtmiştir. Öncelikle ayırıcı özellikleri, yüzeysel ayırıcı özellikler ve kaynak ayırıcı özellikler olarak sınıflamıştır. Cattell’e göre yüzeysel ayırıcı özellikler; birbiriyle ilişkili ve bir arada kümelenmiş gibi görünen, ancak gerçekte altında yatan bir kaynak ayırıcı özellik tarafından kontrol edilen gözlenebilir davranışlardır. Kaynak özellikleri ise, kişiliğin temelini oluşturan yapılardır. Bunlar; gelişim, psikosomatik ve örgütleme işlevleridir. Yüzeysel özellikler, kaynak özelliklerin birbiri ile olan ilişkisinden doğarlar. Kaynak özellikler de kökenlerine göre, yapısal özellikler ve çevresel özellikler olmak üzere ikiye ayrılabilir. Yapısal özellikler, kişinin biyolojik ve fizyolojik koşullarından kaynaklanan özelliklerdir. Çevresel özellikler ise sosyal ve fiziksel çevredeki etkilerle şekillenmiş olan özelliklerdir. Cattell, kişiliğin boyutlarında karşılaştırmalı örnekleme yapabilmek ve kişiliğin çeşitlerini ortaya koyabilmek için üç veri belirlemiştir. Bunlardan birincisi olan akademik performans; bireyi gerçek yaşamda yakından tanıyan kişilerin, onunla ilgili değerlendirmelerine dayanan analizlerdir (R analizi). İkincisi, bireyin kendi ile ilişkili olan davranışları ile ilgili değerlendirmeleri kapsayan analizlerdir (Q analizi). Üçüncüsü ise, bireyin yeteneklerinin objektif testler aracılığı ile ölçülmesiyle elde edilen analizlerdir (P analizi).

The determination and utility of trait modality (Cattell, 1946b)
Cattell ‘Kişiliğin yapısı ve ölçümü II’ olan 2.makalesinde, kişiliğin yapısal özelliklerini incelemiştir. Kişisel özellikleri; dinamik özellikler, mizaç özellikler ve yetenek özellikleri olmak üzere üçe ayırmıştır. Dinamik özellikler, kişiyi bir amaca veya hedefe götüren harekete yönelik olma özellikleridir. Hız, enerji ve duygusal hareketlilik özellikleridir. Bunlara mizaç özellikleri de denir. Mizaç özellikleri, bir kimsenin nasıl davrandığı ile (kriz ya da endişeli bir durumunda sakin ya da aşırı heyecanlı olma vb) ilişkilidir. Yetenek özellikleri, bireyin belirli bir hedefe ulaşmadaki etkililiği ve becerileri ile (zekâ, müzik yeteneği, göz-el koordinasyonu vb) ilişkilidir. Dinamik özellikler ise bir kimsenin davranışının güdülenmesiyle, kişinin belirli hedeflere yönelmesi ve harekete geçmesiyle (hırslı olma, güç-yönelimli olma vb) ilişkilidir. Özetle, dinamik özellikler yaptığımız şeyi niçin; mizaç özellikleri nasıl; yetenek özellikleri ise bir şeyi ne kadar iyi yaptığımızı belirtmektedir.


William Revelle,(2009). Personality structure and measurement: The contributions of
Raymond Cattell. British Journal of Psychology. 100, 253-257

Makaleyi İngilizceden tercüme eden ve özetleyen: Elif Pelin Özmen

Kitap Özeti: TOWARD A PSYCHOLOGY OF BEING (“Olmak” Psikolojisine Doğru) Abraham Harold MASLOW

Maslow bu eserinde, bireyin daha sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi için iki temel kuramın öneminden söz eder. Bunlardan biri eksiklik güdülenmesi, diğeri ise gelişim güdülenmesidir. Eksiklik güdülenmesi, dengenin yeniden sağlanmasıyla ilgilenir ve o anki beklenmeyen problemi yani gerilimi ortadan kaldırır. Gelişim güdülenmesinde ise amaç, gerilimi en uygun düzeyde tutmak ve kontrol edebilmektir. Esas itibariyle Maslow, eksikliklerin giderilmesiyle hastalığı önlemeyi; gelişim gereksiniminin doyurulmasıyla ise sağlığı beslemeyi amaçlamaktadır. O’na göre psikolojik desteğe ihtiyaç duyan insanlar, temel gereksinimleri doyurulmadığı için eksiklik yaşamaktadır. O yüzden kişinin kendi esikliğinin ne olduğunu kavraması çok önemlidir. İnsan ilişkilerinin önemine binaen, kişinin weltanschaaung’una yani dünya görüşüne girmenin ve hayatı onun gözleriyle görmenin gerekli olduğundan bahseder. Kişisel deneyimi her zaman soyut bilginin temeli olarak görür böylece fenomenolojiyi baz alır.
Maslow bireyin kendisini gerçekleştirmesi için hasta insanların neler yapamadığına bakmasındansa sağlıklı insanların neler yaptığına bakmasının daha önemli olduğunu vurgular. O yüzden, Freud gibi hasta insanların psikolojisini değil, sağlıklı insanların psikolojisini (ortho-psychology) ele alır. Maslow’a göre bireyleri hasta diye lanse etmek hiç de doğru değildir. Çünkü burada söz konusu tanım, fiziksel bir duruma işaret etmemektedir. O yüzden yeni bir tanımlamayla hastalıklı kişiler için “kendine özgü potansiyelini ve kapasitelerini yitirmiş insan” söylemini tercih etmiştir. Bu tanımında hümanist terapinin öncülerinden Carl Rogers’ın sağlıklı kişiler için “işlevlerini tam olarak kullanabilen kişi” tanımını kullanması belirleyici olmuştur.
Maslow’a göre sağlıklı insanın amacı “ben”i aşmak, dünyanın içinde erimek ve onunla özdeşleşmek olmalıdır. Bu amaca giden en iyi yol kimlik edinmekten geçer. Maslow kimliği, ayrı ayrı bileşenlere bölmek yerine, bütüncül (hollistic) bir yaklaşımla ele almayı tercih eder. Kimlik arayışını, kişinin kendi özgün değerlerini araması olarak kabul eder. O’na göre, gerçek benlik, bir tür “öznel biyolojidir”. Çünkü bu çaba kişinin kendi iç dünyasına odaklanmasını amaçlar. Kişi bu arayışla yapısal, yaradılışsal, anatomik, fizyolojik ve biyokimyasal gereksinimlerine değinmeye başlar. Böylece bireyselliğinin bilincine varma yolunda ilerler. Burada önemli olan, kişinin iç çekirdeğinin temelini oluşturan yapıyı keşfetmesi ve onu ortaya çıkarmasıdır. Ardından, bireyin bu ana-yapıyı benimsemesiyle benliği gelişir, engellenmelere karşı direnir ve güçlüklerin üstesinden kolayca gelir. Daha açıklayıcı ve vurgulayıcı bir terminolojiyle, “kendini gerçekleştirmiş sağlıklı insan” mertebesine erişir.
Ancak, tüm bunların gerçekleşmesi, temel gereksinimlerin karşılanmasına bağlıdır. Buradaki kasıt; mal mülk, para, giysi, otomobil gibi şeyler değildir. Nitekim bu materyalist güdülenme psikolojisine karşın Maslow ihtiyaç teorisini oluşturmuştur. Çünkü materyalist bakışın insan doğasını hafife aldığını; insanın daha düşük düzeydeki doğası kadar “içgüdüsel” olan yüksek doğasının da olduğunu ve bu doğanın varlığın değerlerinin ortaya çıkmasında etkisi olduğunu savunur. O’na göre varlığın değerleri; bütünlük, kusursuzluk – tamamlama (finis ve telos), adalet, kendiliğindenlik, karmaşıklıkları ayırt etmede zenginlik, sadelik, güzellik, iyilik, eşsizlik, mizah, çabasızlık, doğruluk ve özerkliktir. Ama bu, hiyerarşik bir biçimde gerçekleşmelidir:


Görüldüğü gibi gereksinim ve değerler gelişimsel bir ilişki içerisindedir. O yüzden ihtiyaçları doyurulmamış insan sürekli doygunluk (gratification) peşinde koşar ve kendini sağlıktan mahrum bırakır. İhtiyaç teorisine göre insanın yüksek doğası, daha düşük düzeyde bir temel oluşturan doğasının doyumu söz konusu olmadan kavranılamaz. Örneğin güvenlik, sevginin; sevgi de kendini gerçekleştirmenin olmazsa olmaz şartıdır.
Hiyerarşinin en üst basamağında yer alan ve psikolojik sağlık olarak tanımlanan “kendini gerçekleştirme” kavramı, ilkel gereksinimlerin doyurulmasından sonra ortaya çıkan en yüce gereksinimdir. Bu kavram, içsel kişilik bütünleşmesine, doğal dışavuruma, tam bireyselliğe ve yaratıcı olma istencine işaret eder. Kişi bu aşamada, yaşamaktan mutludur, huzurludur, neşelidir, deneyime açıktır, kapasitesinin ve yeteneklerinin farkındadır, görevlerini yerine getirir, kendi içsel dünyasını daha iyi tanır ve iç dünyasında sinerjiye dönük eğilim gösterir. Böylece Maslow’un üst-motivasyona (metamotivation) bağlı kendini gerçekleştirme (self-actualization) olarak tanımladığı kavram gerçekleşir; yani birey zıtlıklarla bir olarak varlığın özünde erir ve varlığın özüyle bütünleşir. Burada sözü geçen bütünleşme, insanların genel olarak yaşayamayacağı kadar usdışı bir hal değildir. Normal bir insan da böyle durumları yaşayabilir (hayatında bir kere de olsa) ancak kişi kendisini gerçekleştirmişse böyle anları yaşaması sıklaşır.
Sonuç olarak bir toplum psikolojisini ele alan Maslow, değerlerin araştırılmasını toplum biliminin temel görevlerinden biri olarak görür. Bilimin her şekilde insan doğasının bir yan ürünü olduğunu ve insan doğasının bütünlenmesini besleyebileceğini savunur. Bunu hiyerarşik kavramlarla destekler.

Kitabı özetleyen: Berra BAŞ

24 Kasım 2010 Çarşamba

Makale Özeti: When Pauli Met Jung -the Path from ‘Three’ to ‘Four’

Wolfgang Pauli Jung ile karşılaştığında, Jung’ın Pauli’nin rüyaları hakkındaki analizi Pauli’nin en büyük keşfi olan exclusion prensibine ışık tutabilir mi?
Pauli'den önce elektronun enerji seviyesini gösteren üç tane kuantum sayısı (baş kuantum sayısı, tali kuantum sayısı ve manyetik kuantum sayısı) belirtilmiştir. Pauli, elektronun spini (fırıl) ile ilgili dördüncü kuantum sayısını ifade etmiştir. Bu da spinin saat yönünde veya ters yönde olabileceği şeklindedir. Pauli'ye göre, bir orbitale spini 1/2 olan bir elektron yerleşmişse, aynı orbitale yerleşen ikinci elektronun spini ters yönde (yani -1/2) olmalıdır. Böylece birbirine ters yönde spinli iki elektronun yer aldığı orbital dolmuş olur.
Böylelikle Pauli dışlama prensibini(exclusion principle) ortaya atar, dışlama prensibi; bir atomda iki elektronun aynı anda aynı enerji seviyesinde bulunamayacaklarını ifade eden prensiptir. Pauli’nin keşfinin merkezinde, kuantum numaralarının genişlemesi için bir atomdaki elektronların yerlerinin üçten dörde kadar tarif edilmesi gerekir.
Bu bulgularıdan sonraki yıllarda Pauli’nin annesi vefat etmişti. Daha sonra Pauli dansçı bir kızla evlenmiş fakat evliliği bir yıldan az sürmüştü. Bunun üzerine Pauli kendini sigara ve içkiye vermiş ve kariyeri ciddi anlamda düşmeye başlamıştı. Babasıyla iyi olmayan ilşkilerine rağmen babasının tavsiyesi üzerine, o zamanlar çok ünlü ve 57 yaşında olan analist Carl Gustav Jung’a danışmıştı. Jung, insan psikolojisini bireylerin kişisel gelişimiyle yorumlanabilecek yönleriyle değil; daha derin, kişisel olmayan ve bütün insanlık için ortak olan (collective unconscious, archetypes) yönleriyle incelemektedir.
Pauli, Jung ile görüşmeye gitmeden önce Jung’ın Psikolojik Tipler adlı kitabını okumuş ve Jung’ın insanları içedönük ve dışadönük olarak ayırdığını anlamıştır. Pauli Jung ile olan görüşmesine gittiğinde ise ona sinirli olmasından, yalnız olmasından, sürekli içtiğinden ve kadınlarla olan problemlerinden bahsetmiştir. Pauli ve Jung bu uzun sürmeyen terapiden sekiz ay sonra düzenli olarak görüşmeye başlamışlardır. Bu zamana kadar Pauli 355 rüyasını yazmıştı. Jung bu rüyaların garip arketipler içerdiğini fark etmiştir. Jung’ın analitik psikolojideki metodu; hastaların rüyalarındaki imgeleri efsanelerden, dinden ve simyadan yola çıkarak çözümlemeye çalışmaktır. Jung görüşmeleri süresince Pauli’nin psikolojisinin dengelenmeye başladığını fark etmiştir.
Pauli bu seanslar sonunda, dışlama prensibindeki atomun yapısını açıklarken fazladan kuantum rakamı istediğinde neden üçten dörde geçerken zorluk yaşadığını anlamış oldu. Böylelikle Pauli’nin üç ve dört rakamları arasındaki kişisel mücadelesi sona ermiş oldu. Jung Pauli’ye bilincin bilinçdışına çeyrek konseptini benimsemeye zorlayamayacağını fakat bazı psikolojik elementlerin (bireysel bütünlük) kendini çeyrek konseptiyle ifade ettiğini ve çeyrek ifadesinin bir arketip olduğunu söyler.

İngilizce'den tercüme eden ve özetleyen: Tuba Kocatepe

Makale Özeti: KAREN HORNEY AND PERSONAL VOCATION

Karen Horney’ye göre nevroz duygusal güvensizlikten kaynaklanır. Nevrozda gerçeklikten uzak olan ideal benlik ile kişinin doğuştan getirmiş olduğu gerçek benlik arasında uçurumlar vardır. Nevroz üzerinde bir çok açıklaması bulunan Horney’nin psikolojik açıdan sağlıklı olmak ile ilgili teorilerinde eksiklikler bulunmaktadır. Bu makalede yazarın amacı Horney’nin psikolojik açıdan sağlıklı bir insanın nasıl davranacağı yönündeki eksikliğini Hristiyan etiğinin ve kişisel görevin tamamlayabileceğini açıklamaktır.
Alman psikiyatrist Karen Horney, kişiyi motive edenin kendini gerçekleştirme(self-fulfillment) isteği olduğunu savunarak Freud’dan ayrılmıştır. Nevrozu ise duygusal kaygıya bağlı olarak kişinin benliğinden uzaklaşması olarak tanımlamıştır. Kişisel görev (personal vocation) belli bir durumun içinde olan kişinin iyi ahlaka ulaşmak için çaba göstermesidir ve bu da kişiyi nevrotik kompulsiyonlardan uzak tutar.Alman Grisez’in Hristiyan etiği ile ilgili çalışması Horney’nin teorisine ışık tutar. Horney’ye göre aileden duygusal güven bekleyen fakat bulamayan çocuk temel kaygı geliştirir. Bu kaygıyla başa çıkmak için de bilinçdışı başa çıkma yöntemleri geliştirir. Bu stratejiler bulundukları duruma ve mizaçlarına göre; itaatkar, agresif ve içe çekilmiş olarak üç şekilde gerçekleşebilir. Bu kişilerde davranışı motive eden etken “iyi” den çok korku ve kaygıdır fakat olması gereken hayattaki hedeflerin kaygı tarafından değil doğru bir şekilde belirlenmesidir.
Sağlıklı psikoloji ile ilgili Horney’nin eksiği, sağlıklı kişinin nasıl davranması gerektiği ve kişinin doğru inanç ve isteklerini ayırt etme metodunun ne olduğu konusundadır. Sağlıklı insan gerçek benlikle temas halindedir ve onu gerçekleştirmeye çalışır. Nevrotik olmayan insanlar seçimlerini bilinmeyen içsel dürtülerden ziyade içinde bulundukları duruma göre ve hayatın gerektirdiği şekilde yaparlar. Hristiyanlığa göre psikolojik açıdan sağlıklı bir insan olmak için “iyi olan” ile uyum içinde bir hayat sürülmelidir. Kişisel görevi gerçekleştirmek Horney’nin kendini gerçekleştirme kavramının önüne geçmiştir.
Yazara göre insan davranışlarını motive eden tek şey “iyi” değildir. Karar verirken ve seçimler yaparken psikolojik açıdan sağlıklı olan kişilerle nevrotik kişiler arasında farklar vardır. Duygusal güveni sağlayamamış bir insan hedeflerine ulaşmada obsesif olabilirken, kişisel görevini gerçekleştirmiş sağlıklı insan kendi limit ve ödüllerinin farkında olarak ve bunları göz önünde bulundurarak hedeflerini seçer. Kişisel görevlerini gerçekleştirmiş kişiler nevrotik olmayan yani kendilerini gerçekleştirmiş kişilerdir

Makaleyi İngilizce'den tercüme eden ve özetleyen:Melike Alp

Makale Özeti: KAREN HORNEY’ nin PSİKOTERAPİ SİSTEMİNİN DAVRANIŞSAL AÇIDAN YORUMLANMASI

Bu makalenin amacı Karen Horney ’nin davranış bozukluklarına ilişkin kavramlarını ve psikoterapi yöntemini davranışsal açıdan yorumlamaktır. Yazar bu yorumlamayı 5 ana faktör üzerinden açıklayarak yapmıştır. Bu faktörler sırasıyla; davranışın oluşumu ve davranış bozuklukları, psikopatolojistin ideali, davranışsal değişimlerin prensipleri, davranışsal değişimlerin genelleştirilmesi ve davranışsal değişimlerin değerlendirilmesidir.
İlk faktör üzerinden değerlendirdiğimizde Karen Horney ’nin davranışın oluşumunda ve gelişiminde biyolojik ve yapısal faktörleri reddettiğini, bunun aksine davranışların kültür, sosyal çevre ve kişiler arası iletişim tarafından şekillendiğini savunmuştur. Davranışın oluşumunda nevrotiklerde ve normal bireylerde iki temel güdü vardır. Bunlardan biri doyum güdüsü; diğeri güvenlik güdüsüdür. Doyum güdüsünün fizyolojik mi yoksa sonradan mı elde edildiği konusunda kesin ve açık bir görüş bildirmeyen Horney, güvenlik güdüsünün bir “kaçınma” güdüsü olduğunu, kaygıyı azalttığını ve bu güdüyü gerçekleştirmenin “öğrenilmiş” bir davranış olduğunu ifade etmiştir. Ona göre nevrozun çekirdeğinde kaygı vardır. Kaygıya yol açan etken ise çocukta güvensizlik hissi yaratan çevresel faktörlerdir (çocuğun kişisel ihtiyaçlarına saygı ve ilgi göstermeme, aşırı korumacı davranma, baskıcı davranma vb.). Çocuk ve ebeveyni arasındaki sağlıksız ilişki ve olumsuz çevresel faktörler çocukta nevroza yol açacak düşmanlık duygusu ve kaygı yaratır. Bu kaygıyı azaltmak ve güven duygusuna ulaşmak için kişi bazı savunma mekanizmaları (first-order defences) ve nevrotik tutumlar geliştirir. Eğer bu savunmalar ve tutumlar işe yaramaz sonuçlar doğurursa kişinin gelişimini engelleyebilir. Bu şekilde elde edilen “güven” güvenilmezdir. Çünkü kişiyi daha ileriki savunma mekanizmalarına (second-order defences ) sevk eder ve yeni kaygılara yol açar. Kişi bu kaygıya karşı; insanlara doğru yönelmek, insanlara karşı hareket etmek ve insanlardan uzaklaşmak olmak üzere 3 temel tutum geliştirir. Bu tutumların Horney’nin deyimiyle trendlerin hepsi normal insanlarda da nevrotik insanlarda da bulunur. Fakat, normal insanlarda üçü birden sağlıklı ve dengeli bir şekilde entegre olmuş halde görülürken, nevrotiklerde iki tutum bastırılmış diğer bir tutum ise dominant şekilde görülür. Diğer ikisinin bastırılması da kişide ayrıca kaygı yarattığı için bu kez de bununla başa çıkmak için second-order savunma mekanizmaları geliştirir. Bu defanslara örnek olarak bastırma, ayrılma, yüceltilmiş imaj ve dışsallaştırma tutumlarından bahsedilmiştir. Buna göre temel karakter yapısı kaygı azaltma ve güven sağlama çabasında ortaya çıkar.
Horney’ ye göre nevrotik kişiye kazandırılması gereken 4 temel davranış vardır ve dolayısıyla 4 temel terapötik hedef bulunmaktadır. Bunlar sorumluluk kazandırma, içsel bağımsızlık, kendiliğinden oluş hissi (tüm duyguların farkında olma )kazandırmak, samimiyete teşvik etmektir. Horney kendini gerçekleştirmeyi (self-realizaton) terapinin mutlak amacı olarak görmüştür.
Davranışsal değişimlerin ilkelerinde Horney, davranışın değişmesinin sosyal ilişkileri de değiştireceğini ileri sürmüştür.
Freud’un aksine Horney davranışın çocukluk deneyimlerinden bağımsız olduğunu savunur. Danışan-terapist ilişkisine önem verir çünkü bu ilişki terapiste danışanın sosyal ilişkileri hakkında bilgi verir.
Karen Horney’ ye göre davranışsal değişimleri değerlendirirken izlenmesi gereken yöntem danışanın terapi öncesi ve terapi sonrası yorumlarını karşılaştırmak ve bu karşılaştırma yukarıda bahsedilen 4 temel terapötik amaç çerçevesinde değerlendirilmelidir.


Makaleyi İngilizce'den tercüme eden ve özetleyen:Melike Alp

Makale Özeti:Kalbinizi Açma

Batıda “kalp sahibi” denilince duygusallık yani derinden hissetme anlaşılsa da, tasavvufta bu çok daha zengin ve karmaşıktır. Kalp göğüste(sadr) yer alır ve tasavvufa göre her insan Allah tarafından üflenmiş olan ruhun mabedidir ve bizlerde bu gerçek doğamızı keşfetmeye çalışan manevi varlıklarız. Sufi hizmet anlayışının temelini oluşturanda aslında bu herkesin kalbinde bir ilahi mabet olduğunu hatırlayarak herkese farklı bakabilmek, sevgi ve şefkatle yaklaşabilmektir. Bu yaklaşım bizim benlik duygumuzu ve psikolojimizi değiştirebilir. Manevi kalp aynı fiziki kalp gibi işlev görür fiziki kalp bedenimizin en merkezi yerinde bedeni düzenlerken, manevi kalp ise alt benlik ile ruh arasında bir yerde bizin ruh durumumuzu düzenler. Nasıl fiziki kalp zarar gördüğünde hastalanırız veya ölürüz aynen bunun gibi manevi kalbimiz nefsin (alt benliğin) negatif özelliklerinin etkisinde kalırsa manen hastalanırız.
Bu bölümde sunulan dört katmanlı kalp modelinin kökeni sekizinci yüzyıla kadar uzanır. Birinci katman olan sadr(göğüs) amelin mekânı olup negatif ve pozitif güçler arasındaki savaşın da mekânıdır. Kişiliğimizle manevi yapımızın karşılıklı etkileşim alanıdır. Eyleme geçmek için kişiliğimize ihtiyaç vardır; ancak aynı zamanda eylemlerimizin kalbin derin hikmeti tarafından yönlendirilmesine de ihtiyacımız vardır. Eğer pozitif güçlerimiz yenerse göğüs nurla dolar ve kalbin merkezindeki ilahi nurun etki alanına girer. Negatif güçler güçlüyse örneğin haset, kibir gibi özellikler sebebiyle kalp daralır, katılaşır ve diğer istasyonlardaki iç nur engellenmiş olur. Burada büyük gayret göstererek negatif eğilimleri pozitif eğilimlere çevirebiliriz.
İkinci katman; bilinen kalptir. Bu kalp, gerçek manevi ve dini öğretinin hakikatine dair derin ilim ve imanın mekânıdır. Kalp ilmin temel prensiplerini içerir ve sadr onda beslenir yani hem kalbin Bâtıni ilmi hem aklın zahiri ilmi gereklidir, çünkü her bir eylemimiz ancak kalbin samimi niyetiyle anlam ve değer kazanır. Sadr amallerimize göre genişleyip daralırken kalbin nuru bütün ve değişmezdir, ama onu engelleyen örtüleri kaldırmak gerekir. Ayrıca Hakk’ın huzuruna dair idrakimizin, yani düşüncelerimizin ve eylemlerimizin değişimine yol açan idrakin mekânıdır.
Üçüncü katman; iç kalp (Batıni kalp, lüb) tir. Bildiğimiz kalpten daha derin ama onunla bağlantılıdır. Perdesiz ilmin mekânıdır. Bilinen kalp huzurda olduğumuzu ilmen bilir; ancak en iç kalp düzeyinde ilahi huzuru o kadar net ve somut olarak hissederiz ki, sanki Allah (c.c) tam karşımızda görür gibi oluruz yani ilahi huzurun bilincine varılır. Allah’ ı görür gibi ibadet edilir, kalple bilen iç kalple görür.
Dördüncü katmanda yani en iç kalp (lübbü’l-lüb) düzeyinde, ebediyet âlemine gideriz. Bu âlem, sözlerin, teorilerin ve düşüncelerin ulaşamayacağı kadar uzaktadır. Bu düzeyde, hikmet sahipleri düzyazı yerine şiiri seçerler. En derin hakikatler ancak burada anlaşılır ve nefs buraya yaklaşamaz.
Bu model bize, ilimle amel etmedikçe o ilimden faydalanılamıyacağını, her türlü eylemimizin kalbi etkileyeceğini söyler. Kalplerimizde ne kadar derine inersek o kadar Allah a yaklaşacağımız söyler. Kalbin derinliklerine inmekten alıkoyan şeylerden birinin kötü huylarımız olduğunu söyler. Bir başka neden ise mutluluk ve tatmini kalbimizin içinde arayacağımıza dünyada aramamızdır der. Sufiler kalbi açmak için ise sürekli Allah (c.c ) adlarını zikrederler.

Makaleyi Özetleyen: Fatma Yıldız

Makale Özeti:Yedi Ruhumuzu Uyumlu Hale Getirme

Tasavvuftaki yedi ruh modeli at arabasına benzetilmektedir. Arabanın iskeleti madeni ruhumuzu, gövdesi bitkisel ruhumuzu, atların biri beyaz- biri siyah hayvansal ruhumuzu, kişisel ruhumuz sürücüyü, insani, gizli ve en gizli ruhumuz ise arabanın içinde oturan sahibini temsil eder. Arabanın ise düzenli çalışması için tüm bu ruhların sağlıklı, uyumlu olması gerekir ve kontrol bir ruhun elinde olmamalıdır. Eğer madeni ve bitkisel ruh kontrolü alırsa araba gitmez çünkü bu ruhun motivasyonu yoktur, hayvansal ruh kontrolü ele geçirire bu seferde kişi içgüdülerini dinleyerek hareket edecektir ve bu kısa süreli bir motivasyondur, aslında sürücünün her ne kadar karşısına bozuk ve ilerlemesi zor yollar çıkarsa da doğru yolu bulacak potansiyeli vardır. Kişisel ruhun zekâsı, sınırlı ve benmerkezcidir. İnsanın doğru yolu bulması için gizli ve en gizli ruha ihtiyacı vardır bu yüzden sürücünün arabanın asıl sahibinin olduğunu unutmaması ve oradan verilen talimatları izleyebilmesi gerekir yoksa ego hâkimiyeti ele geçirecektir. Tasavvuftaki zikir uygulamasının amacı da aslında bu en gizli olan ruhu ortaya çıkarabilmek ve orayla irtibatı kesmemektir.
Sufiler bizim asıl görevimizin herkesin sahip olduğu, içimizdeki en iyiyi dışarı çıkarmak ve bu potansiyeli bilinçli ve gelişmiş hale getirip körelmesine izin vermemektir derler. Ruhlarında böyle olduğunu, bitkisel ve hayvansal ruhumuz ihmal edilip, yok sayılırsa, hastalanır ve zayıflarız bu sebeple hangi gıdayı yememiz hangilerinden uzak durmamız gerektiğini bilmeliyiz derler. İnsani ruh ihmal edildiğinde ise insani yönlerin köreleceğini söylerler. Bütün bunları dengede tutmak için ise sadaka, hizmet, ibadet ve zikirlere önem verirler. Bizi en çok zorlayacak olan ama en önemli işimizin de batıni yani iç mücadelemizdir derler. Amaç bitkisel, hayvansal ya da kişisel ruhu yok etmek değil onlar aracılığıyla insani ve gizli ruhları görebilmek olduğunu ve toplum içinde yaşayabilmek içinse kişisel ruhumuza ihtiyaç vardır derler. İslam da uyuşturucu ve alkolün yasaklanmasının nedeni insani ve gizli ruhumuzu zayıflatıp hayvansal davranışlara yönlendirmesidir.
Batı psikolojinde kişisel kusurların üzerinde durularak, çocukluk dönemini inceleyerek kişilik sorunlarımızı temizlemek amaçlanır. Bu ömür boyu sürebilecek olan bir şeydir ve maneviyata gelinemez. Kişisel ve hayvansal ruhlar düzeyinde kalınır. Manevi sistemlerde ise tam tersi bir sorun olabilir bu da insanları saf manevi varlıklar olarak görüp onların hayvani mizaçları veya egoları yokmuş gibi davranılır. Şeyhler mükemmel ve hata yapmaz olarak görülür ama hiçbir insan mükemmel değildir ve herkes hata yapabilir. Şeyhlerde gizli ruhlarıyla olan temaslarını kaybetmemeye çalışır ve en yüksek mizaçlarına göre hareket etmek için gayret sarf ederler. Önemli olan da yapılan hatadan ve davranıştan sonra pişman olma ve onla mücadele etme yani batıni mücadelemizdir.
Sufiler ruhun farklılaşmasını kontrol etmek ve takibini yapmak için uyguladıkları ve bu kitabın yazarı olan Frager’in de önerdiği çalışmalar vardır. Bunlardan biri kendi kendinizi incelemedir bu değiştirmek istediğimiz huylar ve kişilik özelliklerimizin listesini yapıp onların hangi ruhun istekleri ne uygun olduğu üzerinde düşünmek ve her bir ruhun ihtiyacını nasıl gidereceğimizi bulmak, bunları tespit etmek ikinci olarak yazarın önerdiği şey rüya günlüğü tutmaktır. Çünkü rüyalar hangi ruhtan geldiğine göre anlam kazanır. Mesela insani ruhtan gelen rüyalar rüyadır. Freud un söz ettiği rüyalar bu türdendir. Arzuların tatminine yönelik rüyalardır. Bitkisel ve maden ruhtan gelen rüyalarsa daha çok bedensel duyarlılığın ürettiği rüyalardır. Gizli ve en gizli ruhun rüyalarının ise yoruma ihtiyacı yoktur bunlar benliğimizin en yüksek yönünü almaya giden yollardan birini açarlar.

Makaleyi Özetleyen: Fatma Yıldız

Makale Özeti:Yedi Ruhumuz

Sufi psikolojisinin üç temel kavramlarından biri olan ruhun yedi ayrı yönü vardır. Bunların her birinin kendi ihtiyaçları ve güçleri vardır. Farklı zamanlarda biz farklı ruhların egemenliği altına gireriz. Tasavvufta amaç uç noktalara gitmeden ruhlar arasındaki dengeyi sağlamaktır. Bir sufi için hangi ruhun etkisinde olduğunu bilmek gördüğü rüyanın yorumunu bile değiştireceğinden önemlidir. Yedi ruhtan altısı negatif ve pozitif özellikler içerirken son ruh olan Sırr-ül Esrar da negatif hiçbir özellik bulunmaz. Tasavvuftaki ruh modeli bir denge modelidir.
İlk ruhumuz Madeni Ruh iskelet sisteminde özellikle omurilikte yer alır, çeşitli hareket ve faaliyette bulunmamıza yarar ve bütün dinlerdeki ibadetin ve meditasyonların hayati parçasıdır. Ruhun en az bilinçli yönü olmasına karşın en temel değişikliklerin gerçekleştiği yerdir. Bu ruhta, dengesizlik, aşırı esneklik veya aşırı setliktir. Kişi yeni bilgilere kapılı ve inatçıdır, dik kafalıdır veya aşırı uysal olup sınır koyamaz, maneviyattaki sürekli ilerleme kişilere aşırı gelebilir ve başa çıkamayıp, kendilerini baskı altında hissedebilirler.
İkinci ruh Bitkisel Ruhtur. Karaciğerdedir ve sindirim sistemiyle bağlantılıdır. Anne karnımızdaki halimiz buna örnek olabilir sadece beslenme ve gelişme vardır. Almamız gereken vitaminleri, besinleri gerektiği kadar almalıyız ki denge sağlansın aynen bunun gibi doğduktan sonraki yaşam için de bu geçerlidir. Bunun gibi manevi açıdan beslenme de fiziki açıdan beslenme gibidir. Bu ruhta dengesizleşirse bitkisel hayatta gibi gün boyu bir şey yapmadan yatıp oturan tip insan olur ya da hiperaktif olup bir iş başında duramaz, okuyamaz ve bir işi sürdüremezler. Yetersizlik ve aşırı aktiflik manevi yolun yolcusunun en büyük düşmanlarındandır çünkü bu günlük ruhsal ve dinsel faaliyetleri sürdürememe ve kendi içinde gizli olan Allah’ ı bulmak için yeterince yavaşlayamama olur.
Üçüncü ruh hayvansal ruh kalpte yerleşiktir ve kan dolaşım sistemiyle bağlantılıdır. Korku, öfke ve tutkularımızı içerir. Kendini ve türünü koruma güdüleri bu ruhtadır. Hemen sağlanabilinecek zevkler peşinden koşar ve eğer akıl olmadan faaliyete geçerse hayvan gibi hareket etmeye başlar. Tutkular aşırıya kaçtığında idrak ve davranışlar bozulur. Freud’un insanoğlunu tanımlaması bu ruhun dinamiklerini içerir. Tasavvufta ise bu ruhun yaşamımızı egemen almaması gerekir. Kişi bu ruhu yönetimin ele alması gerekir.
Dördüncü ruh nefsanî ruh yani kişisel ruhtur. Beyinde yerleşiktir. Bu ruh insanları hayvanlardan ve bitkilerden ayıran en önemli şeydir çünkü neocortex, sadece insanlarda tam gelişmiştir buda insanların duygu, düşünce ve davranışları üzerinde düşünmesini sağlar. Aynı zamanda negatif ve pozitif egonun da mekânı burasıdır. Bu ruhta denge yitirilirse ya negatif ego altında oluruz, yetersiz özsaygı ve özgüven oluşur. Bu tip kişilerin en büyük düşmanları kendileridir. Her türlü güçlük karşısında yenileceklerini sanarlar. Ya da benmerkezcilik, kibirlilik ve aşırı güven oluşur. Örneğin çok uç bir örnek olan en korkunç cinayetleri işleyip de pişmanlık duymayan psikopatlar.
Beşinci ruh insani ruhtur ve yerleşkesi manevi kalptir. Şefkat, iman ve yaratıcılığın merkezidir ve bunlar kalpte meydana gelir. Manevi değerleri ve tercihleri barındırır. Akıl, mantık neyin iyi olduğunu söyler bize, kalp ise neyin doğru olduğunu söyler. Bu ruhta denge bozulursa aşırı duyusallık ve şefkatlilik olur.
Yedinci ruh olan Sırr-ul Esrar Allah’ın Hz. Adem’e yani bütün insanoğluna üflediği asıl ruhtur ve bizim özümüzdür. Ruhun ruhudur. Bu ruhta hiçbir dengesizlik ve negatiflik yoktur.
Hepimiz zaman zaman bu ruhların egemenliği altına gireriz ama tasavvuftaki hedef bunları denge içerisinde sürdürerek maneviyatı canlı tutmaktır.

Makaleyi Özetleyen: Fatma Yıldız

Makale Özeti: KENDİNİ DÖNÜŞTÜRME

Sufizme göre insanlar bedene bürünmüş ruhlardır, özü ise sevgi, hikmet ve coşkudur. Ancak manevi doğamızın bu özüne ters olarak sık sık kafamız karışır, depresyona gireriz, sürekli geçmişi hatırlar tecrübelerimize dayalı çıkarımlar yaparız. Etrafımızdaki kişileri incitiriz ve düşmanımızmışlar gibi davranır sonrada yaptıklarımıza gerekçe bulmak için uğraşırız. Yaşamımızın kontrolünün elimizde olduğunu sanarız ve her şey kontrolümüzde olun isteriz. Hep en iyisi olup, en güzel sahip olmak isteriz. İstediğimiz gibi olmayan durumlarda öfkeleniriz. Başkalarının başarısına içten sevinemeyiz. Dışarıdan çok kendimizden eminmiş gibi görünmekle beraber; korkularımız, huzursuzluklarımız vardır. Güvesizlik ve yetersizlik duygusu sarar benliğimizi. Kısacası benlik tüm bu ve bunun gibi olumsuzlukların etkisi altında kalır çoğu zaman.
Sufiler benliğin yedi aşaması olduğunu yukarıda bahsedilen özelliklerin negatif egodan kaynaklı olduğunu söylerler. Negatif egonunsa en yoğun olduğu yer benliğin ilk basamağı olan nefs-i emaredir. Freud’un id tanımıyla aynı anlama karşılık gelir. Burada, negatif özeliklerin ve alışkanlıkların kötü olduğunu kişi kabul etmez, onların esiri olur. İkinci basamak Nef-I levvamedir. Kişi değişme yeteneğine sahip değildir ama benmerkezciliğin olumsuz etkilerini anlamaya başlamıştır. Kötü davranışları iğrenç gelmeye başlamıştır. Üçüncü kademe Nefs-I Mülhime’dir. Manevi faaliyetlerden gerçekten zevk almaya başlanır. Yaratana ve yaratılanlara gerçek sevgi hissetmeye başlar. Dördüncü aşama Nefs-I Mutmaine’dir. Allaha güvenmek, iyi amaller, manevi zevk, ibadet, şükür ve rıza bulunur. Egonun belli başlı özellikleri dizginlenmiştir. Beşinci kademe Nefs-I Raziyedir. En acı şeylere bile Allah’tan geldiği için tatlı gelmeye başlar ve razı olunur. Altıncı derece Nefs-I Marziye, burada maddi manevi arzularımız arasında ayrılık kalmamıştır. Bütün hareket gücünün Allah (c.c.)’ tan geldiği, kendi başına hiç bir şey yapamayacağımızı idrak ederiz. Son basamak Nefs-I Safiyedir ve bu basamağa ulaşan çok az kişi bulunmaktadır kibunlar da benliğini tamamen aşmıştır. Artık geride ego ya da benlik kalmamıştır yalnızca Allah (c.c.)’a kavuşma vardır.
Sufilere göre kişi nefsi emarenin farkına varıp onu dönüştürmeye çalışmalıdır ki özüne dönsün. Bunu yapmak için ise her basamağa denk gelen ilahi isimlerin tekrarı ve anlamları üzerine tefekkür edilmeli ki her aşamadaki nefsin hastalıkları tedavi edilsin. Ayrıca insanın içinde olan bu şeytani düşünceler, günlük tutarak ve tövbe edilerek kişiye sorgulattırılır. Aslında tasavvuf, zalim nefsin yani nefs-i emarenin anlaşılması ve dönüştürülmesi için nefs muhasebesi, öz- disiplin ve başkalarında kendini görme gibi güçlü ve etkili araçlar sağlar.

Makaleyi Özetleyen: Fatma Yıldız

Kitap Özeti:Bölüm 1: Kalp, Nefis ve Ruhun Psikolojisi

Sufi psikolojisinin üç temel kavramından biri olan kalp, manevi kalp anlamında kullanılmaktadır. Sufi ideali, yumuşak, şefkat dolu bir kalp geliştirmektir. Bir diğeri nefis(benlik), bizi hayvandan aşağı bir hale ya da meleklerden üstün hale de dönüştürebilir. Üçüncü kavram olan ruhun ise yedi boyutu vardır: madeni, nebati, hayvani, insani, ruhi, sırrı ve sırların sırrı. Bunların her birisi yedi bilinç düzeyine sahiptir. Tasavvuftaki bu kalp, nefs ve ruhu anlamak öncelikle geleneksek psikoloji ve sufi psikoloji arasındaki farklara bakmakla mümkün olur.
Geleneksel psikoloji, evrenin tamamen maddi olduğunu ve hiçbir anlam ya da maksadı bulunmadığını, insanoğlunun fiziki beden ve sinir siteminden gelişen bir akıldan ibaret oluğunu varsaymaktadır. İnsan doğasını tanımlarken, temelde insanın sınırlı ve nevrotik eğilimleri olduğuna ya da insanın kalıtsal iyiliği veya pozitif doğamız üzerine odaklanmıştır. En yüksek bilinç düzeyimiz uyanık halimizdir der. Öz-saygı ve güçlü bir ego kimliğinin önemli olduğu, kimlik kaybının ise patolojik olduğunu, kişiliğin bütüncül bir yapıya sahip olduğunu varsayar. Muhakemeyi en yüksek insani kabiliyet, bilgi ve hikmete giden yol olarak görmektedir, bilgilerin mantıksal olarak organize edilmiş nesirlerle aktarılabileceğine inanmaktadır. İmanı, sağlam kanıtları bulunmayan fikirler olarak görürler.
Sufi psikolojine göre ise evren Allah’ın ol emriyle yaratılmıştır. İnsan akıl ve bedenden daha fazlası olup kutsal ruhun beden giyinmiş halidir. İnsan kendi içindeki bu ilahi kıvılcımı keşfetmelidir der. İnsanoğlunun meleklerle hayvanlar arasında bir yerde olduğunu, melekleri geçme ya da hayvanlardan aşağıya düşme potansiyeline sahip olan insanın, olumsuz huyları ve eğilimleriyle yüzleşmesi ve mücadele etmesi gerektiğini ifade eder. Bunun uykudan uyanma hali olduğunu söylerler. Bizimle Allah (c.c) arasında olan ayrı kimlik hissi, bizi hakikatten saptırır ve gerçek ilahi doğamızı öğrenmekten alıkoyar bunun için egomuzu dönüştürmeli ve ayrı kimlik hissimizi yok etmeliyiz der. Tasavvufta insanoğlunun farklı özellikler ve eğilimleri olduğunu bilir. Amacımız bu çeşitli özellikler dengelemek ve manevi gelişimimizi güçlendirmektir. Kişiliğin birleşmesinin bu denge ağlandıktan sonra olacağını vurgular. İki tip idrak olduğunu söyler; alt idrak yani soyut, mantıksal zekâmız, ayrıca manevi hakikatleri anlamamızı sağlayan bir yüksek idrak vardır. Nesri yetersiz görür. Manevi hakikatleri şiirle ifade etmekle beraber öykü ve kıssalardan da yararlanmışlardır. İman içinse; maddi olanın ardındaki hakikate inanmaktır der.
Tasavvuf bütün insanları kapsayan çok kültürlü bir gelenektir. Birçok farklı kültürler içinde çeşitli manevi disiplinler gelişmiştir. Sufi geleneği içinde olan beş yoldan biri kalp yolu, kişi kendini Allaha adar, ve sevmeyi öğrenir. İkinci yol akıl âlimlerin yoludur burada önemli olan öğrendiğini uygulamaktır, cemaat yolunda haftalık zikirler çekilir ve birbirlerini teşvik ederler, hizmet yolu cemaat yoluyla ilişkilidir burada önemli olan ne yaptığın değil hangi niyetle yaptığındır. Son yol ise zikir yoludur ve sufiler her insanın içinde bulunan ilahi kıvılcımın bu yolla ortaya çıkacağını söyler.

Kitap Adı: Sufi Psikolojisinde gelişim, dende ve uyum Kalp, Nefs veRuh
Yazarın Adı: Prof. Dr. Robert Frager

Makale Özeti: ABRAHAM MASLOW: THE NEED HIERARCHY

Abraham Maslow hümanist psikolojinin babası olarak lanse edilir. Kendisi, geliştirdiği kişilik teorisini “ihtiyaç hiyerarşisi” olarak adlandırmıştır. Hiyerarşik düzende ortaya koyduğu ihtiyaç teorisi, piramit şeklindedir. Piramidin geniş kısmı, tüm insanların ihtiyaç duyduğu temel gereksinimleri gösterir. Daha dar olan üst kısımları ise, herkese hitap etmeyen ve pek az kişinin ihtiyaç olarak hissettiği gereksinimleri ifade eder. Bu makale tam da bu noktada, bireyin ihtiyaç duyduğu kavramların motivasyonu sağlandığında, gelişim üzerinde herhangi bir etkisinin olup olmadığını değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
Hiyerarşik bakış üç kısımda incelendi: “Maslow’un İhtiyaç Hiyerarşisine Giriş” ile başladı. “Bireyin Motivasyonunu Kazanması” yönünde gerekli kılınan temel gereksinimlerin özelliklerine değinildi. Üçüncü Kısımda da “Maslowun İhtiyaç Teorisi”ne geniş olarak yer verildi. Toparlama yönünden bir ek olarak ilave edilen son bölüm; “Maslow’un Teorisinin Eğitim Üzerindeki Etkisini Tartışmak” yönündeydi. Yahaya, bunu dördüncü kısım olarak ele almayı uygun bulmak yerine ayrı bir başlık halinde belirtmeyi tercih etti. Kendisi, son bölümde bu stratejisini “Eğitim için Öğretmenin Rolü” ve “Eğitimin Öğrenciler için Önemi” şeklinde ikiye ayırarak desteklemeyi öngördü.
Maslow’un Motivasyon Teorisi, kişinin davranışlarının hem içsel (internal) hem de dışsal (external) faktörler tarafından şekillendiğini vurguluyordu. O, aynı zamanda bu şekillenme sürecinde bireyin seçim yapabilme ve özgür irade (free-will) gösterebilme gibi eşsiz niteliklerinin olduğunu da belirtiyordu. Yine de çalışmaları, “insanların değişmeyen ve kökeninde genetik olan kesin ihtiyaçları” olduğu yönündeydi. Bu ihtiyaçlar bütün kültürlerde aynıydı, ve hem psikolojik hem fizyolojik olma özelliğini taşımaktaydı. O yüzden teorisini ikiye ayırdı. Bunlar “Temel İhtiyaçlar (Basic Needs)” ve “Gelişim İhtiyaçları (Growth Needs)” idi.
Temel İhtiyaçlar fiziksel ve güvenlik ihtiyacı olarak ikiye ayrılır. Fiziksel ihtiyaçlar, insanın yaşamını sürdürmesi için gereksinim duyduğu biyolojik ihtiyaçlardır. Bunlar, hava, su, yemek, duş almak v.b. olarak sınıflandırılır. Ve içgüdüsellik taşırlar (instinct to survive). Fizyolojik ihtiyaçlar giderildikten sonra güvenlik ihtiyacını gidermek önem kazanır. Bu çalışmada, öğrencilerdeki fizyolojik ve güvenlik ihtiyacı; temel olarak öğrencinin rahatlığıyla ve güvenli bir ortamda ders çalışabilmesiyle ilişkilendirilmiştir. Büyük, hava almaya imkan sağlayan, rahat sınıflar ve acil durumlarda çıkış sağlayacak yangın merdivenleri okulda öğrencilere güvenli olduklarını hissettirebilir.
Güvenlik ihtiyacı giderilince Maslow’un bahsettiği temel ihtiyaçlar tatminlik kazanmaya başlar. Böylelikle Gelişim İhtiyaçları aktif olur. Maslow’un gelişim ihtiyaçlarında birey; sevgiye ve ait olmaya gereksinim hisseder. Bunu Yahaya makalesinde şöyle açıklar: “Yaşantımızda yalnız kalmak duygusunun üstesinden gelebilmek için, evliliğe, bir aile kurmaya ve toplumun bir parçası olmaya çalışırız”. Bu çalışmada; öğrencilerdeki ait olma ve sevgi ihtiyacı, hem öğrenci-öğretmen ilişkisinde, hem de öğrenci-öğrenci ilişkisinde önemli bir yer tutmaktadır. Bunu; empatik, uyumlu, öğrencileriyle ilgilenen ve sabırlı bir öğretmen zorlanmadan sağlayabilir. Yahaya aynı zamanda, öğrencilerin birbirleriyle olan iletişimini artırmak için, sınıfta küçük toplantıların yapılabileceğinden bahseder. Böylelikle, herhangi bir konu üzerinde tüm öğrencilerin sırayla söz almaları sağlanabilir; “iletişim ve bir gruba ait olma” gerçekleşebilir.
“Temel ihtiyaçlar” ile “sevgi ve ait olmaya yönelik ihtiyaçlar” tatmin sağlanacak derecede aşılınca, saygı ihtiyacı da doyurulmak ister. Saygı iki aşamada ele alınır. Birincisi, kişinin kendisine olan saygısıdır (self-respect). Kişi burada itimat sağlayacak bir güvene, yeterliliğe, güce, ve başarıya arzu duyar. İkincisi ise, kişinin başkalarından beklediği saygıdır. Bu ise, bireyin kabul görmeye, onaylanmaya, statü sahibi olmaya ve prestij kazanmaya yönelik arzusudur. Eğer saygı ihtiyacı giderilirse, birey kendisini yeterli ve değerli hisseder. Eğer ihtiyacın giderilmesinde hayal kırıklığına uğrarsa, kendisini aşağılanmış, zayıf, yardıma muhtaç ve değersiz hisseder. Bunu eğitime indirgersek, öğrenci bireysel olarak kendisine saygı duymalı ve çevresinden saygı görmelidir. Bunu artırmak için, öğrencinin derslere katılması noktasında destekleyici unsurlar yerleştirilebilir. Örneğin, projelerde sorumluluk üstlenmeleri saygılarını artıracaktır.
Kişi saygı ihtiyacından tatmin kazandıktan sonra; merakını, keşfetme isteğini, çözüm arama hevesini ve entelektüel meydan okuma dileğini tatmin etmek ve kendisini düzeltmek için arayışlara girer. Böylelikle din ve felsefe dünyasına yönelir. Hiyerarşideki sonuncu ve en yüksek seviye kendini gerçekleştirmeye duyulan ihtiyaç, burada karşımıza çıkar. Maslow bu kavramı “insanın uğruna doğduğu şeyi ihtiyaç olarak atfetmesi” olarak tanımlar. Kendini gerçekleştirmeye olan ihtiyacı, “gelişime duyulan ihtiyaç (need for growth)” ve “var olan potansiyeli iyiye kullanmaya yönelik gereksinimi (utilization of potential)” diye belirttiğimiz iki kavram izler. Tüm bunların hepsi, bireyin kendi ihtiyacını gidermesi ve buna bağlı olarak bütün ihtiyaçları aşması (self-fulfillment) ile ilgilidir. Eğitimle ilişkilendirirsek, öğretmenler öğrencilerden kapasitelerini zorlayıp içlerindeki potansiyelin en iyisini ortaya çıkartmak için çaba harcarlar. Bu konuda ders planları, üst-bilişsel (meta cognitive) aktiviteler, ve öğrencinin kendisini açıklayabileceği projeler çok destekleyici olabilir.
Genel olarak Yahayi, eğitimcilerin öğrencinin içindeki potansiyeli geliştirip açığa çıkarma rolünü üstlenmeleri gerektiğini ifade eder. Yahayi bunun için hiyerarşi teorisinden faydalanılması gerektiğini anlatır. Ona göre Maslow’un teorisinin eğitimsel boyuttaki amacı öğrencilerin öğrenmesini sağlamaktır. Diğer amacı ise, öğrenilen bilginin amaç ve anlam kazanmasına yardımcı olarak unutulmasını engellemektir. Tüm bu amaçları bir arada tutacak faktör ise, motivasyondur. Motivasyon hiyerarşik bağlamda temel bir ihtiyaç değildir. Çünkü öğrenme temel ihtiyaçlar giderilmeden oluşamaz. Ancak, ihtiyaçlar giderildiği zaman ortaya çıkabilir. O halde en başında dediğimiz gibi motivasyon gelişim ihtiyaçlarından biridir.

Makaleyi İngilizce'den tercüme eden ve özetleyen: Berra Baş

Makale Özeti: BIREY TOPLUM VE RUH SAĞLIĞI

Adler bireyi incelerken bireyi tek başına değil, onu toplum içersinde bir parça olarak ele almıştır. Bireyin kişiliğinin, davranışlarının, tutumlarının, duygularının, düşüncelerinin; bireyin geniş çevresinin etkisi altında şekillendiğini savunmuştur.
Adler’e göre her bireyin bir yaşam amacı vardır. Yaşam amacımız, hayatımız boyunca ulaşmak istediğimiz hedeflerden oluşur ve genel olarak 3 ana hedefimiz vardır: iyi bir aileye sahip olabilmek, ailemiz ile birlikte iyi bir yaşam sürebilmek ve iyi bir mesleğe ve meslek hayatına sahip olabilmek. Tüm bu hedeflerini gerçekleştirmeye çalışan birey, sosyal çevresi ile uyum içerisinde olmalıdır.
Adler; nevrozların, psikozların ve bedensel rahatsızlıklı kişilerin, topluma uyum sağlayamadıkları için bahsettiğimiz 3 ana hedefi gerçekleştiremediklerini ya da gerçekleştirmekte zorluk çektiğini ileri sürmektedir. Böylece bu kişilerin, başkaları tarafından aşağı görüldüğünü düşünmektedir.
Adler’e göre her insanın belirli bir konuda hissettiği bir aşağılık hissi vardır. Yaşadığımız geniş ve dar çevre, aşağılık kompleksinin hangi alanda ortaya çıkabileceği üzerinde önemli bir rol oynamaktadır. Her insan kendini bu aşağılık kompleksinden kurtarmak için, onu bir şekilde psikolojik ya da biyolojik olarak ödünlemeye çalışır.
Örneğin; kişi görme duyusunu kaybettiği için, hissettiği aşağılık kompleksini başka bir duyusunu yani parmak uçlarının duyarlılığını geliştirerek ödünlemeye çalışabilir. Bu, biyolojik olarak bir ödünleme örneğidir. Psikolojik olarak ödünleme örneğini de Adler; toplumdan kendini soyutlamak isteyen bir bireyin psikoza girerek, tamamen psikolojik olarak, sağır olması ile açıklamıştır.
Adler, aşağılık kompleksinin çocukluğun ilk çağları ile oluşmaya başladığını ileri sürmektedir. Çünkü her bir çocuk, kendini güç ve bilgi yönünden ailedeki yetişkin bir bireye bağımlı hisseder. Kendi başına bir anlam edememe ve böylece bir yetişkine muhtaç olma durumu, çocuklarda aşağılık kompleksinin gelişmesine neden olur. Çocuklukta oluşmaya başlayan bu aşağılık hissi; aile, sevgi ve doğru bir eğitim ile yok edebilir; mesela çocuğun kendine has davranış ve eğilimleri doğrultusunda teşvik edilmesi gibi.
Hissedilen aşağılık hissi sonucu, cesaretsizlik ortaya çıkmaktadır. Toplum içerisinde sağlıklı bir yer edinemeyen insan, cesaret kırıklığı yaşar ve kendini toplumun karşısında bulur. Bu yüzden de ruh sağlığının korunumu ya da geri kazanımı için, Adler; kişinin gerçek yaşam amacını çok iyi fark etmesini ve gerekli cesareti kazanmasını hedeflemiştir.

Dr. Berka Özdoğan, Birey, Toplum ve Ruh Sağlığı, 301-304

Makaleyi özetleyen: Şeyda Varol

Makale Özeti: ADLERIAN ‘ENCOURAGEMENT’ AND THE THERAPEUTIC PROCESS OF SOLUTION-FOCUSED BRIEF THERAPY

This article is showing us that some recent counseling approaches are influenced by Adler’s theory. Solution-focused brief therapy has some similarities with Adler’s therapy.
Encouragement is the important concept for Adlerian therapy. To be succeeding, therapist has to provide encouragement to the client by trying to make him empathic, enlarge communication skills, focus on his strengths, and change his mistake beliefs about his life style. There is a similarity between encouragement in Adlerian therapy and 3 areas of solution-focused brief therapy which are perspective on maladjustment, counselor-client relationship, and facilitating change.

Perspective on Maladjustment
According to Adler, people do not have pathology because of their medical problems. They have problems about something because they are demoralized about that thing; and this can solve by proving encouragement during therapy session. Similar with the Adler’s perspective; according to solution-focused brief therapy, clients don’t attend counseling because of they are sick. They follow counseling because they lose their hope about something, so that they are discouraged about that subject. A therapist’s responsibility is to try providing hope to them instead of treating them based on their diagnosis. Both of them make the client active for solving their problems.

Counselor-Client Relationship
Both Adlerians and solution-focused brief therapy describe counselor and client relation as cooperative, collaborative, egalitarian, shared, mutual, optimistic, and respectful.

Facilitating Change
Like Adlerian therapists, solution-focused brief therapy also aims to change client’s perception of the problematic events, and strengthen his strengths rather than focusing his weakness. An Adlerian therapist encourages clients to change their wrong beliefs about their life and to improve their resources; and solution-focused brief therapy is working on three aims. These are changing the doing of the situation that is perceived as problematic which means finding new ways of acting for present situation, changing the viewing of the situation that is perceived as problematic and evoking resources, solutions, and strengths to the situation that is perceived as problematic which means helping clients about finding their strengths to chance their viewing.
Interestingly, in solution-focused brief therapy literature, there is no mention of Adlerian therapy. The reason can explain with aspect of time. Adler’s ideas can be too far away from the dominant metaphors of his time, so that Adler’s theory ignored; and this cause to have mistake and inadequate literature of Adlerian theory.
Watts, R., Pietrzak, D., (2000). Adlerian ‘Encouragement’ and the Therapeutic Process of Solution-Focused Brief Therapy. Journal of Counseling and Development. 78, 442-447.

Makaleyi Özetleyen:Şeyda Varol

Makale Özeti:INDIVIDUAL PSYCHOLOGHY

Individual psychology claims that every individual has their own life style that people have doesn’t change. Individual contributes his/her own life based on his/her own life style.
Friendship, comradeship, and social connection towards others are important components for having our own life style.
In order to have good friendship and comradeship, we should be honest, responsible, and interested in others’ welfare. In order to have good social connection and to be accepted by society, we should be useful, working and creating. Every individual has their own meaning of life. It’s linked by what an individual wants and what a society want from an individual.
There is a feeling of inferiority that every individual feels when an individual cannot give what society needs from him/her. For example; children with body defective organs are trying to compensate these lacks by finding something to do to make them have feeling of superiority. They can be a coachman and then they have a life style based on this goal of good-likeness, and they behave, move, understand, feel, and express themselves dependent upon this life style.
We can give another example about hated children who are illegitimate or unwanted.
They feel inferiority because society doesn’t accept them and threat them as they are an enemy. So their goal of superiority is being a powerful person by suppressing others.
Lack of social feelings can be treated by teachers for children, and can be treated by psychotherapists for adults. If they cannot have true social feelings, they cannot join with others when they face a new situation like school, marriage, and friendship. These people can be problematic children, criminals, neurotics, and they can commit suicide. Alfred gave an example of a boy. He found his home atmosphere in his class thanks to his teacher, so that he wasn’t a problematic child. When the teacher went, and a new one came, he felt that he came into a new environment and he was incapable of getting used to this new situation. He wanted to center of attention and to be appreciated, but he couldn’t do this because of lack of social courage. So that he became superior on truancy, and he took enough attention by others even if this superiority is wrong and mistake.
Adler says that all of them show us every individual have inferiority feelings about something. And their way of reaching superiority to compensate their inferiority feeling is the way of their life style.
Problematic children and adults, neurosis, crimes are the individual who has a wrong and mistake life style and which built up in early childhood.
The style of life is starting form first three and four years. After first three and four years, it reaches almost its fix position. So, for neurosis, crimes and problem children and adults, parents have biggest part of responsibility. If they teach them courage for social feelings for new environment, children will not have wrong and mistake superiority feelings. Parents can make their children face with different environment as much as possible. Parents should teach their children that personal and common happiness are dependent upon the interest of each other. If parents fail to teach these, the mistakes should be seen early by specialist teachers, and then psychotherapists, psychologists, social workers; and they have to work on how to correct these mistakes so that to increase social feelings and responsibilities.

Makaleyi özetleyen:Şeyda Varol

Makale Özeti: SIXTEEN PERSONALITY FACTOR QUESTIONNAIRE

16 PF Kişilik Envanteri, günümüzde sıklıkla uygulanan ve kişilikleri değerlendirmede kullanılan ve 1949 yılında Raymond Cattell tarafından geliştirilen bir envanterdir. Normal kişilik özelliklerinin, geniş ve güvenilir bir ölçümünü sağlamaktadır. Bununla birlikte, günlük yaşamımızda sergilediğimiz davranışlara ilişkin de önemli bilgiler veren bir unsurdur.
Aynı zamanda işe alımlarda da sıklıkla tercih edilen bir envanterdir. Mesleki yaşamda da 16 PF kişilik envanterinden rahatlıkla yararlanılabilir. Kişinin kişilik özelliğine göre, belirlenen meslek kategorilerinden Gerçekçi, Geleneksel, Girişimci, Sosyal, Sanatçı, Araştırmacı alanlarından hangilerinin ön planda olduğu belirlenir. Kişinin yaşadığı sorunlara bağlı olarak, risk alanları ile başarılı olacağı genel yetenekler tespit edilir.
Bu envanter, 16 temel kişilik özelliklerinin analizine dayanmaktadır. Bu kişilik özellikleri; Sıcakkanlılık, Problem Çözme, Strese Tolerans, Baskınlık, Canlılık, Kurallara Bağlılık, Sosyal Girişkenlik, Duyarlılık, İhtiyatlılık, Soyuta Odaklılık, Ketumluk, Kendini Sorgulama, Değişimlere Açıklık, Kendine Yeterlik, Mükemmeliyetçilik ve Gerginlik şeklinde sıralanabilir. Cevaplama tarzı ise 3 şekildedir: Farklı Görünme Eğilimi, Genelden Sapma Eğilimi ve Genele Aşırı Uyum Eğilim. Test, 185 öğeden oluşmaktadır ve genellikle 35 – 50 dakika arasında tamamlanmaktadır. Dünyanın pek çok ülkesinde uygulanmaktadır. Çeşitli versiyonları vardır. Her ülkenin kendi diline göre tercüme edilmiştir.
Bu envanter ‘’Big 5’’ olarak ta bilinen 5 Genel Kişilik Eğilimine dayanmaktadır. 5 Genel Kişilik Eğilimi: Dışadönüklük, Endişe Düzeyi, Gerçekçilik, Bağımsızlık ve Oto-Kontroldür. Bu testin sonucuna ulaşmak ta çok kolaydır. Bilgisayarla sonuçlarının hesaplanabildiği ilk envanterdir. Bu test, normal bir insanın kişiliğini ölçen diğer bazı testlerle de ortak özellikler göstermektedir ama 16 PF kapsamlı ve genel-geçerliliği olan bir testtir. Bu test üzerine çok fazla makale yazılmıştır ve işe alım, akademik kariyer ve medeni hal durumuyla alakalı ilişkileri irdelenmiştir. 16 PF Kişilik Envanteri, kişilik bozuklukları ve bağımlılık hakkında da bize bilgiler vermektedir.

Samuel E. Krug, Sixteen Personality Factor Questionnaire

İngilizce'den tercüme eden ve özetleyen: Merve Negiş

Makale Özeti: Psychophysiological Reactions to the Response Phase of the Rorschach and 16PF

Bu çalışmada, performansa dayalı testlerle (Rorschach Inkblot Method, RIM; Exner, 2003) kişinin kendi beyanatına dayalı testler (Sixteen Personality Factor Questionnaire, 5th ed. [16PF]; Cattell, Cattell, & Cattell, 1993) arasında psikofizyolojik olarak bir fark olup olmadığı araştırılmıştır. Bunun sonucunda 16 PF testi ve RIM karşılaştırıldığında, RIM testinde daha fazla elektrodermal aktivite olduğu gözlenmiştir.
Testleri değerlendirmede uzman kişiler, farklı methodlar ve testler uygulayarak kişilikleri değerlendirmektedirler. Bu çalışmadaki psikofizyolojik değişiklikleri ölçmek için elektrodermal aktivite kullanılmıştır. RIM, yapısı belli olan testlere (structured instruments) örnektir ve 16PF ise yapısı belli olmayan testlere (nonstructured instruments) örnektir. Kişilerin, yapısı belli testlerde, daha az seviyede stres ve kaygıya sahip oldukları belirlenmiştir.
15 üniversite öğrencisinden oluşan katılımcıların yaş ortalaması 19,6’dır. Katılımcıların % 53.3 ü erkek, %46.7 si kadındır ve bu katılımcılar hayatlarında ilk defa EDA ve psikolojik testlere tabii tutulmuşlardır. Uygun ortamda katılımcıya gerekli açıklamalar yapıldıktan sonra, psikofizyolojik olarak da uygun seviyeye geldikten sonra, parmak uçlarına EDA bağlanarak testlerin uygulanmasına geçilmiştir.
16PF Kişilik Envanteri, 1949 yılında Raymond Cattell tarafından geliştirilen bir envanterdir. Normal kişilik özelliklerinin geniş ve güvenilir bir ölçümünü veren 16PF Kişilik Envanteri, günlük hayatta gösterdiğimiz çeşitli davranışların tahminine ilişkin detaylı bilgiler sağlayan bir ölçüm aracıdır. 16PF Kişilik Envanterinin en çok kullanıldığı alanlar; işe alım, yönetim geliştirme, takım oluşturma ve geliştirme, kariyer gelişimi danışmanlığı, bireysel ve çift/aile danışmanlığı, değişik hedeflere yönelik danışmanlık süreçleri ve araştırma alanlarıdır. 16PF literatürde Big 5 olarak bilinen ve birçok kişilik envanterinin temelini oluşturan modelin öncüsüdür.16PF Kişilik Envanteri, 16 Temel Kişilik Özelliğini ve 5 Genel Kişilik Eğilimini ölçen bir araçtır.
Rorschach Testi, 10 adet mürekkep lekelerinden oluşmuş kart içermektedir. Her kart kendi içerisinde şekil, renk, hareket ve gölge içermektedir. 1, 4, 5, 6, 7 numaralı kartlar koyu renkli, siyah ve beyaz, 2 ve 3 numaralı kartlar siyah ve kırmızı renklerden oluşmaktadır. Buna karşılık 8, 9 ve 10 numaralı kartlar renklidir. Her kartın ortak özelliği, simetrik ve bir eksen etrafında oluşmasıdır.
Elektrodermal aktivite (EDA), ter bezleri ile komşu epidermal ve dermal tabakalardan kaynaklanan ve deri yüzeyinde özel bölgelere yerleştirilen elektrotlarla kayıtlanan elektriksel aktivite olarak tanımlanmaktadır.
Bu çalışmanın sonucunda; RIM testi yapılırken, çok daha fazla stres ve kaygı yaşandığı görülmektedir. Elde edilen bulgular bunu açıkça belli etmektedir. 16 PF Envanteri gibi yapısı belli olan testlerde, daha az seviyede kaygı yaşandığı görülmüştür. Fizyolojik olarak RIM testinde daha fazla tepki verilmiştir. RIM ve 16 PF Envanterinin yapılarının farklılığı, bu sonucun ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Momenian-Schneider, S.H., Brabender, V.M., & Nath, S.R. (2009) Psychophysiological Reactions to the Response Phase of the Rorschach and 16PF. Journal of Personality Assessment, 91(5), 494–496

İngilizce'den tercüme eden ve özetleyen: Merve Negiş

Makale Özeti: SCL-90-R and 16PF Profiles of Senior High School Students

Bu çalışmada, internet kullanım süresinin artmasıyla; gençlerdeki yalnızlık, sosyal yalıtım, saldırganlık gibi duygusal ve davranışsal sorunların ilişkisi ele alınmıştır. Ayrıca, genel sağlık düzeyleri ve depresif belirtilerin görülme oranı araştırılmıştır.
Öğrencilere farklı testler uygulanmıştır. İlk olarak İnternet Bağımlılık Testi ( Internet Addiction Test) yapılmıştır. Bunun sonucunda öğrenciler 4 grup halinde sınıflandırılmıştır: internet kullanmayanlar (n = 59, 18.0%), az kullananlar (n = 155, 47.3%), orta derecede kullananlar (n = 98, 29.9%), ve aşırı derecede kullanalar (n =16, 4.9%). Bunun yanında, Psikolojik Belirti Tarama Testi (Symptom Checklist-90-R) ve 16 pf Kişilik Envanteri (16PF Questionnaire) uygulanmıştır. Belirti Tarama Testine göre en yüksek derecede belirtilere sahip öğrencilerin, interneti aşırı derecede kullanan öğrenciler olduğu ortaya çıkmıştır. İnterneti aşırı derecede kullanan öğrencilerin, interneti daha az kullanan öğrencilere göre ciddi oranda daha fazla psikotik belirtilere sahip oldukları belirlenmiştir.
İnternet Bağımlılık Testi 20 öğeden oluşmaktadır. İnternet kullanımı, psikolojik bağımlılık, dürtücü kullanım, geri çekilme, aile problemleri, uyku problemleri, okul problemleri ve zaman kullanımı problemlerini içermektedir. Gençlerden, sorulara 1 den 5 kadar kendileri için en iyi cevabı vermeleri istenmiştir. Bu testte 1 hiçbir zamana denk gelmektedir ve 5 ise her zamana denk gelmektedir.
Psikolojik Belirti Tarama Testi ise bireyde var olabilecek psikolojik semptomları ve bu semptomların düzeyini belirlemek için kullanılan bir ölçme aracıdır. 9 alt test ve 1 tane de ek skala olarak adlandırılan toplam 10 adet alt testten oluşmaktadır. Bunlar: Somatizasyon, Anksiyete, Obsesyon, Depresyon, Psikotik, Paranoid, Fobik ve Genel Semptom İndeksidir.
16 pf Kişilik Envanteri, 16 Temel Kişilik Özelliğini ve 5 Genel Kişilik Eğilimini ölçen ve dünyadaki kişilik envanterleri arasında en çok kullanılan ve en güvenilir kişilik envanterlerinden biridir ve literatürde "Big 5" olarak bilinen ve birçok kişilik envanterinin temelini oluşturan modelin öncüsüdür. 16 Temel Kişilik Özelliği: Grupta Olma İsteği, Problem Çözme, Amaçlarını Gerçekleştirme, Baskınlık, Spontanlık, Kuralları Sorgulama, Sosyal Girişkenlik, Mantık veya Duyguyu Kullanım, Başkalarına Güven, Soyuta Odaklılık, Kendini İfade Etme Tercihi, Kendini Sorgulama, Yeniliğe Açıklık, Karar Verme Tarzı, Mükemmeliyetçilik ve Gerginliktir. 5 Genel Kişilik Eğilimi ise Başkalarıyla İlişki, Stresi Yönetme, Düşünme Tarzı, Etkileme ve İşbirliği, Düzen ve Esnekliktir.
Sonuç olarak bu çalışmada internet kullanım süresi arttıkça, çocuk ve gençlerde yalnızlık, sosyal yalıtım, saldırganlık gibi duygusal ve davranışsal sorunların daha fazla görüldüğü, genel sağlık düzeylerinin düştüğü ve depresif belirtiler görülme oranının artırdığı belirlenmiştir.

Yang, C.K., Choe, B.M., Baity, M., Lee, J.H., Cho, J.S. (2005) SCL-90-R and 16PF Profiles of Senior High School Students With Excessive Internet Use. The Canadian Journal of Psychiatry—Original Research, Vol 50, No 7, 407-414

İngilizce'den tercüme eden ve özetleyen: Merve Negiş

6 Kasım 2010 Cumartesi

Makale Özeti: FREUD VERSUS ADLER

This article is about an interpretation of a dream by two different perspectives which are Freud’s perspective and Adlerian perspective.
Marry Field is 20 years old. She is an only child of her family. Mary and her family are protestant. She didn’t finish her studying because she had conflict with her family about choice of a collage. She likes a man who is catholic and Italian too much, and her parents didn’t agree with this because some ethnic and religious problems which threats him as someone who is inferior to them, but she doesn’t want to give up on him. So Marry has a conflict with her family about the man she likes.
The Dream
Marry was sitting in a comfortable and unfamiliar place. The place was different than her home. Her home was furnished is better than that place. Her uncle and her father were there, and they were sitting on the front porch and they were talking. She was inside the room and because of the weather was so hot, the window was open. Her Italian friend's brother who was very peculiarly dressed, wearing modern American clothes but with a large, gaudy-colored Mexican sombrero on his head came to front of the door. He gave a letter to her from his brother. That Italian man said her in his letter that he had been married to a Miss Mildread Dowl. She was scared by this news and couldn’t account for the woman’s name. She felt like she had been stabbed in the heart. She had strong feeling of this pain and fell to the floor. Then she woke up with tears rolling down her face. Following days, she felt extremely sad and joyless. She wrote this dream to Freud to get help.

Freud Perspective
Freud believed that this dream is showing her unconscious and repressed feelings. Freud said that because of she has conflict between her feeling about him and her parent`s thoughts about him, she had grief when she read he had been married. Because of she is felling that antagonism, she reacted that emotionally which was excessive grief. So that Freud made her understand that she has an ambivalent feeling toward that man. And he said that he cannot interpret the dream by just this dream without knowing enough information about her past.
An Adlerian Perspective
In Adlerian psychology, there is a unity of psychology and individual coherence. People have a life style based on this coherence. There is nothing about unconscious and conscious to affect differently our lives. According to Adler, dreams are productions of our lifestyle and present problems that we have. The feelings that we are feeling when we are dreaming are same with the feelings when we are awake. So for Marry’s dream, Adler’s interpretation is this; that Italian and catholic man was substituted with a different and poorly furniture home, because as her parents say he is not equal for them and he is different from them as a religion and ethnic. But still she was feeling herself relax in her dream, because in her real life she wants to be with him. She was deeply brokenhearted when she heard he got married, because this is exactly how it would happen in the real life. This dream is showing her that how much she likes him and wants to be with him, and in the same time, there can be negative outcomes if she opposes and resist to her parents. If she wanted help from an Adlerian therapist; therapist would work on courage, individual develop awareness, common sense, self-confidence, and autonomy.

Lombardi, Donald, N., Elcock, Lawrence, Elcock. ( 1997 ). Freud Versus Adler. American Psychologist. 52(5), 572-573.

Makaleyi özetleyen: Şeyda Varol

Makale Özeti: FREUD’UN HAFIZASI SİLİNDİ

Geçtiğimiz 20 yıldan bu yana Freud ve Psikanalizin öldüğüne dair birçok yazı yazıldı. Bu makale, öldü denilen psikanalizin aslında ne olduğunu ve tedavi sürecindeki uygulamalarını incelemek için yazılmıştır.
Sigmund Freud, psikanaliz hakkında yazdığı bütün makalelerinde; hafızanın, semptomların oluşmasında ve tedavi sürecindeki etkisi üzerinde durmuştur. Freud’un hafıza konusundaki bulguları daha sonra geliştirilen birçok teoriye ve bulguya ışık tutmuştur.
Freud ilk olarak nörofizyoloji dalında, hafıza ve hafıza kaybı (aphasia) konusunda çalışmıştır. Hastalığın semptomlarının psikolojik boyutunu gördükten sonra psikoloji alanına yönelmiştir.
Psikanalizin temelleri, histeri hastalığı üzerine yapılan araştırmalarla atılmıştır. Freud, hastalığa sebep olan nedenlerin hastanın kendisine sorulması gerektiğini ve yanıtı hastanın bildiğini düşünüyordu. Fakat zamanla, problemin özünü bilmediklerini görmüştü. Bunun üzerine Freud, histeri hastalığını iki bölüm olarak tanımladı: biri, probleme neyin sebep olduğunu bilmeden ve hiçbir fiziksel sebebi olmadan felç olma, kör olma ya da bayılma gibi semptomlar gösterme; diğeri ise istenmeyen problemi bastırma (repression). Bu bastırma, kişinin problemle başa çıkma stratejisidir ve bastırılan materyaller bilinçten bilinçdışına gönderilir. Zaten bu yüzden psikanalistler bilinçdışı üzerine çalışırlar. 1915’te Freud’un yayımladığı makalesinde, bastırmanın özü; değiştirilmek istenen duyguları, düşünceleri ve olayları bilinçten uzak tutma olarak tanımlanıyordu. Bu yüzden bastırmayı bir kaçış olarak görüyor ve patolojik bir mekanizma olarak tanımlıyordu. Çünkü bastırma, kişinin bilincini sınırlıyor, bilinçdışındaki problemler de kişinin ruhsal yapısını ve somatik sistemini olumsuz yönde etkiliyordu. Travma teorisi de bunun bir göstergesi olduğu için Freud, bu konu üzerinde de çalışmıştır. Hatta hastaların geçmişte yaşadığı travmaları araştıran ve dinleyen ilk hekim Freud’dur. Freud’un, hastalarından dinlediği hikâyelerinden; kişilerin yaşadığı kötü deneyimlerin bastırılması sonucunda psikolojik rahatsızlıkların başladığı ortaya çıkmıştır. Tabi bu, rahatsızlıkların travmadan hemen sonra meydana çıktığı anlamına gelmez. Semptomlar çok sonra da ortaya çıkabilir. Terapi sürecinde; hipnoz, serbest çağrışım, rüya analizleri gibi yöntemlerle bilinçdışına ulaşılabilir.
Freud’un en önemli bulgusu bilinçdışıdır. Diğer önemli bulgularından biri ise aktarım (transference), yani terapist ve hasta arasındaki ilişkidir. Bu sayede hasta geçmişi hatırlar, tekrar etmiş olur ve bunu terapiste aktarır. Böylelikle geçmişteki problem, terapistle çözülmüş olur. Buna da karşı-aktarım (countertransference) denir. Psikanalistlerin bütün bu tedavi aşamalarında üzerinde çalıştıkları nokta; hastaların geçmişte yaşadığı olayların yasını tutmamalarından ve bastırmalarından dolayı kaynaklanan sorunlardır.
Freud’un en önemli keşfi olan hafıza, halen günümüzde üzerinde çalışılan bir konudur. Psikanaliz, psikiyatri, sağlık psikolojisi, sinir bilimi, travma gibi konular üzerinde çalışanlar tarafından da araştırılmaktadır. Birçok bulgu, Freud’un bir asır önce keşfettiklerini doğrulamaktadır.

Knafo, D., (2009). Freud’s Memory Erased, Psychoanalytic Psychology, , Vol. 26, No. 2, 171–190

Makaleyi İngilizce'den tercüme eden ve özetleyen: Esra Baştürk

Makale Özeti: ÇOCUKLAR, ERGENLER VE GEÇ ERGENLERDE SAVUNMA MEKENİZMALARININ GELİŞİMİ

Psikanalitik kuramın teorisi olan egonun savunma mekanizmaları, birçok kez test edilmiş ve normal gelişim, adaptasyon ve psikopatoloji konularında önemli bilgiler sağlamıştır. Vaillant, Cramer ve bu konuda çalışan diğer araştırmacılar, savunma mekanizmalarının gelişmiş olanından (mature) gelişmemiş olanına (immature) doğru sırayla giden hiyerarşisi hakkında deneysel kanıtlar sağlamışlardır. Gelişmemiş savunmalar ( ilkel: primitive, inkâr: denial, yansıtma: projection…) gelişimin ilk zamanlarında daha çok kullanılır. Ayrıca, gelişmiş savunmalara ( yüceltme: sublimatoin, bastırma: suppression…) göre daha az bilişsel değerlendirme gerektirir. Eğer yetişkinlerde sık olarak gelişmemiş savunmalar görülürse, bu bir patolojidir, buna ilkel (primitive) savunmalar denir.
Normal olan zihinsel ve duygusal gelişim; çocukluk, ergenlik ve geç ergenlik olarak devam eder ve gelişmiş, kompleks ve uyumsal (adaptive) savunmalar kullanılır. Örneğin; Vaillant’ın (1977) hiyerarşisine göre; savunma mekanizmaları sırayla gelişmiş, nörotik, gelişmemiş ve psikotik savunmalar olarak dörde ayrılır. Normal gelişim gösteren yetişkinler, bazı nörotik ve bazı gelişmemiş savunmaları kullanırlar, fakat daha çok gelişmiş savunmaları kullanırlar. Kişilik bozukluğu olan hastalar ise genelde gelişmemiş ve nörotik savunmaları, nadiren gelişmiş savunmaları kullanırlar.
Anna Freud da savunma mekanizmalarını, ontogenetik yaklaşımla incelemiştir. Bu yaklaşıma göre, gelişimin her döneminde bütün savunma mekanizmaları vardır. Fakat çevresel deneyimler ve egonun gelişimiyle belirli periyotlarda belirli savunma mekanizmaları kullanılır. Gelişimin erken dönemlerinde, gelişmemiş ya da ilkel savunma mekanizmaları; gelişimin geç dönemlerinde ise gelişmiş savunma mekanizmaları kullanılır.
Cramer, TAT ( The Thematic Apperception Test; Murray, 1943) kodlama sistemi geliştirmiş ve üç çeşit savunma mekanizmasının gelişimsel dönemlere göre kullanımını test etmiştir. İnkâr (denial), yansıtma (projection) ve özdeşleşme (identification) kullanımını test etmek için 5 yaş, 9 yaş, 14 yaş ve 16 yaş olmak üzere katılımcıları dört gruba ayırmıştır. Araştırmanın sonucu, gelişimsel dönemlere göre savunma mekanizmalarının kullanımı hakkındaki çalışmaları desteklemiştir. Çünkü 5 yaş grubu inkârı, 9 ve 14 yaş grubu yansıtmayı, 16 yaş grubu ise özdeşleşmeyi daha çok kullanmıştır.
Bu araştırmanın amacı ise Cramer’in bulgularını tekrar uygulamak ve geliştirmektir. Katılımcılar; 2., 5., 8., 11. ve üniversite 1.sınıf olmak üzere beş gruba ayrılmıştır. Cramer’in kullandığı TAT kodlama sistemine göre inkâr, yansıtma ve özdeşleşmenin kullanımı test edilmiştir. Araştırmanın sonucuna göre gelişmemiş olan inkâr ve yansıtma savunma mekanizmaları 2., 5. ve 8. sınıflarda daha çok kullanılmakta, gelişmiş olan özdeşleşme savunma mekanizması ise 11. sınıf ve üniversite 1. sınıflarda daha çok kullanılmaktadır. Araştırmanın sonucu, Cramer ve Anna Freud’un hipotezlerini destekler nitelikte çıkmıştır.

Porcerelli, J.H., Thomas, S., Hibbard, S. & Cogan, R., Defense Mechanism Development in Children, Adolescents, and Late Adolescents, Journal of Personality Assessment, 71 (3), 411-420

Makaleyi İngilizce'den tercüme eden ve özetleyen: Esra Baştürk