Lilypie Trying to Conceive Event tickers

11 Ekim 2010 Pazartesi

Makale Özeti:Güneşe Bakmak: Ölüm Dehşetini Aşmak

Irvin D. Yalom bu makalesinde, ölümün; insanoğlunun kaçınılmaz bir gerçeği ve bizim varoluşumuzun bir parçası olduğuna, ölüm gerçeğinin insanın öz-farkındalığında ve bilincinde yer ettiğine değiniyor ve bu gerçeğe ölüm anksiyetesi adını veriyor. Yalom makalesinde ölüm anksiyetesini, kendi hayat deneyimlerinden (çocukluk, gençlik, yetişkinlik) ve kendisini etkileyen, onu varoluşçuluğa iten akıl hocalarından (Jerome Frank, John Whitehorn, and Rolla May) bahsederek bizlere aktarıyor.
Kişisel farkındalık bize verilen, en az hayatlarımız kadar değerli, çok yüce bir armağandır. Bizi insan yapan da bu farkındalıktır. Fakat bu farkındalığın bize en değerli getirisi, ölüm yarasıdır. Varlığımız; daima doğacağımız, gelişeceğimiz ve kaçınılmaz olarak bir gün öleceğimiz gerçeğiyle gölgelenmektedir. Epicurus (eski Yunan düşünürü); bir düşünürün en önemli hedeflerinden birinin, insanoğlunun her zaman her yerde var olan ölüm korkusunu dindirmek olduğunu söylüyor. Ölümün kaçınılmaz gerçeğiyle savaşmak, insanın hayattan zevk almasını engelliyor ve yaşanılacak hiçbir zevk bırakmıyor. Bu sebeple, ölüm korkusunu dindirmek için birçok düşünce geliştiriyor ve bunlar da Yalom’un şahsen ölüm anksiyetesiyle tanışmasına yardımcı oluyor. Nietzsche bir sözünde, “Eğer bir filozofun fikirlerini anlamak istiyorsanız, onun öz yaşam öyküsünü incelemelisiniz.” diyor. Yalom da bu sebeple, ölümle ilgili kendi kişisel deneyimlerini ve bunların onu nasıl etkilediğini anlatıyor.
Yalom’un ölümle ilk karşılaşması daha altı yaşındayken oluyor. Babasının bakkal dükkânındaki kedilerden birine bir gün araba çarpıyor. Yalom onun yerde yattığını ve ağzından kan geldiğini görüyor. Kedi için hiçbir şey yapamayacağını anladığında bir güçsüzlük hissediyor, donakalıyor. Bunu, ölümle ilk defa yüzleştiği anısını, hala çok net bir şekilde hatırladığını söylüyor. Bir insanın ölümüyle karşılaştığı ilk anısı ise, ilkokul üçüncü sınıftayken, sınıf arkadaşını kaybetmesiyle gerçekleşiyor. Bir gün L.C. (sınıf arkadaşı) okula gelmemeye başlıyor ve bir hafta sonra öğretmeninden arkadaşının öldüğünü öğreniyor. Aradan yaklaşık yetmiş yıl geçmiş olmasına rağmen, Yalom; arkadaşının yüzünü, sanki daha dün onu görmüş gibi hatırladığını söylüyor ve ekliyor; “Bay Ölüm ile tanışmam hayat maceramın erken yıllarında başladı ve fark ettim ki ben, öğretmenlerim, arkadaşlarım, hepimiz aynı L.C. gibi bir gün yok olacağız”. Bu yaşadığı ölüm olayının, cenaze töreninin onu çok etkilemediğini, fakat bir gün aniden aldıkları bir telefonla amcasının öldüğünü öğrenmenin onu çok etkilediğini söylüyor: “Bu kötü haberi duyduğumda, dışarıya koştum ve evin etrafında tekrar tekrar dönüp durdum”. Bundan on iki yıl sonra, Olive Smith tarafından analize alındığında, birden bir anısını hatırlıyor: “Bir gece babam aniden rahatsızlandı. Annem, babam ve ben, evde panik içinde Dr. Manchester’ın gelmesini bekliyorduk. En sonunda arabasının geldiğini duyduk, içeri girdiğinde gülümseyen yüzü benim paniğimi dindirdi. Babama bir iğne yaptı ve bana babamın iyileşeceğini söyledi”. Bu yaşadığı olaydan sonra Yalom, Dr. Manchester gibi bir doktor olmak ve başkalarına aynen Dr. Manchester’ın onlara yardım ettiği gibi yardım etmek istemiş. Babası o gece ölümden kurtulmuş, fakat yirmi yıl sonra aniden tüm ailenin önünde ölmüş. Yalom, annesini ise doksan üç yaşında kaybetmiş. Annesinin kaybı da onu çok derinden etkilemiş. Annesinin ardından da yengesini kaybetmiş. Tüm bu yaşadıklarından sonra Yalom şunları söylüyor: “Tüm bu yaşadıklarımda sadece bir mesaj var, o da ‘beni hatırla’ mesajı”.
Yalom, kişisel olarak ölümle ilk kez on dört yaşındayken karşılaştığını söylüyor: “Bir gün durakta otobüsü beklerken bir yandan da satranç notlarıma göz atıyordum. Birden elimdeki kâğıt kaydı ve caddeye düştü. İçgüdüsel olarak bende kâğıdı almak için atıldım. Tam o anda süratli bir şekilde bir taksi geliyordu ve beni bir parmak uzaklıkla sıyırdı. Bu olaydan çok kötü etkilendim ve bu olayı birçok kez zihnimde canlandırdım”.
Bir terapist olarak, yoğun terapilerle, kişilerarası ve varoluşsal konulara değinerek başkalarına yardım etmekle kendini çok mutlu hissettiğini ve bilinçaltının varlığının onun için çok değerli olduğunu söylüyor. Bunu canlı tutmanın, sürekli ilerletmenin ve bir anlam aramanın da onu, varoluşsal konular üzerinde çalışmaya ve bir şeyler ortaya koymaya ittiğini belirtiyor. Bu çalışma süresince, hastalarının ve özellikle hocaları Jerome Frank, John Whitehorn ve Rolla May ile yaşadıklarının, onlardan öğrendiklerinin, hayatında ve çalışmasında kalıcı bir etkisi olduğunu belirtmiş.
Hastalarına, “Ölüm hakkında sizi en çok korkutan şey nedir?” sorusunu sıklıkla sorduğunu söylüyor ve bu soruyu bir de kendine yöneltiyor. Cevap ise şu oluyor: “15 yaşından beri birlikte olduğum eşimden ayrılmak aklıma gelen ilk şey. Her hafta Salı günleri hastalarımı görmek için San Francisco’ya giderim, eşim de hafta sonu bana katılmak için Cuma günü trene biner. Daha sonra beraberce, eşimin arabasını tren istasyonundan almak için, Palo Alto’ya gideriz. Ben her zaman onun arabayı aldığını ve çalıştırdığını görene kadar bekler, onu izlerim. O arabayı çalıştırdıktan sonra bende kendi yoluma giderim. Ölümümden sonra, benim onu izleyişim olmadan, benim onu korumam olmadan, onun arabasını çalıştırıp gitmesi bana tarif edilemez bir acı veriyor. Ben öldüğümde, artık acıyı hissetmek için ben olmayacağım. Ölümden sonra, doğmadan önce her nasılsam, her ne durumdaysam yine aynı durumda olacağım”.

İngilizceden tercüme eden ve özetleyen: Beyzanur Albayra

Hiç yorum yok: