Lilypie Trying to Conceive Event tickers

1 Ocak 2011 Cumartesi

Makale Özeti: EXISTENTIALISM AND IBN-I SINA (AVICENNA)

Bu makalede, varoluşçuluğun tarihsel sürecine ve bu perspektifteki düşünürlerin görüşlerine değinerek, varoluşçuluk felsefesi, İbn-i Sina’nın (Avicenna) varlık felsefesi, vücud ve mevcüdat kelimeleri üzerinden açıklanmıştır. Makaledeki bir diğer başlık da vücud (existence) ve mahiye (essence) arasındaki farktır.
Varoluşçuluk kendini tamamen doğruya dönüş olarak tanımlar. Bunu da ancak bireyin kendi varoluşunu tamamlayabildiği ölçüde gerçekleştirebileceğini söyler. İnsanlar varoluşlarını tamamlamak için kendi hayatlarının sorumluluklarını almalılardır. Bunu da ancak hayatlarıyla ilgili seçimler yaparak üstlenebilirler. Sartre, 20. yy.da Avrupa’da yaygınlaşan “burjuva ahlakına”, seçme özgürlüğünü kısıtladığı, bireyin kendi doğrusunu bulmasına, dürüst ve otantik ilişkiler kurmaya imkan vermediği gerekçesiyle karşı çıkıyordu. Sartre’ye göre baskı seçme hareketindedir. Ve en önemlisi varoluş özden önce gelmektedir.
Varoluşçuluk ikinci dünya savaşından sonra farklı dayanak noktalarından belki de 2 farklı grup ortaya çıkmıştır. Bir yanda Tanrı tanımaz bir varoluşçuluktan (Heidegger, Sartre), diğer tarafta da temelde Hıristiyan bir varoluşçuluktan (Kierkegard, Jaspers, Marcel) söz edilir. Varoluşçuluğa göre, maddesel şeyler ne iseler oldukları halde, insanın olduğu haliyle örtüşen ve çakışan bir varlık değildir. Nesnelerin durağan var oluşu, insanın "durağan-dışı" varoluşu (Heidegger, Sartre) ile karşıtlaşır; insan cansız nesnelerin durağanlığından "kurtulan" ya da bazılarına göre onlardan ortaya çıkan" (bu eylem, bilimsel nedenselliğe bağımlı nesnelerin "üstüne yükselme" olarak da anlaşılabilir) varlıktır.
Kiekegar ise salt göreve bağlılığın kişisel sorumluluğu ihmal ettiğini görüp yeni bir yol öneriyordu. Dinsel yolda kişi Tanrı’nın iradesine kayıtsız şartsız boyun eğiyor ve bu sayede “otantik bir özgürlüğe” kavuşuyordu. Korku ve Titreme adlı kitabında bunu güzel bir örnekle anlatıyor. Kiekegard, Tanrı’nın İbrahim’den (a.s) oğlu İshak’ı kurban etmesini istediğinde , İbrahim (a.s)’ın içinde yaşadığı toplumun ahlaki normlarına hiçte uymayan bu emri, belki “korkarak ve titreyerek” ama imanı sayesinde sorgulamadan yerine getirmeye karar vermesini örnek gösteriyordu. İnsanın aklını imanından keskin bir çizgiyle ayıran bu uçurum bir iman sıçraması ile aşılabilirdi ancak. İbrahim (a.s) örneğinde görülende bu olmuştu Kierkegaard’a göre. İnsan varoluşun boşluğunda yaşanan keder ve ümitsizlikle karşı karşıya kalmak istemiyorsa aklını bir kenara koymalı ve yalnızca içinde hissettiği imana dayanarak önünde uzanan paradoksal, mistik ve riskli dünyaya dalmalıydı.
İbn-i Sina’nın varlık- varoluş felsefesine değinecek olursak da varoluşçu felsefedeki benzer kavramları karşılaştırmaktan başlamalıyız. Varlık diye tercüme ettiğimiz existence, Arapçada hem de İslam terminolojisinde ‘’vücud’’ kelimesiyle karşılanır. Mevcud’da varoluşçu terminolojideki ‘var olan’ anlamına gelmektedir. İbni Sina’ya göre her şeyin başlangıcında tek bir öz(essence) vardır. Ve her şey bu özün türevidir diyebiliriz ona göre.Her öz bir varlığı oluşturur ve de en etkin öz de akıldır.İbni Sina varlığın tasarlanabileceğini düşünmüştür. Yani bütün varlıklar, aslında tasarlanmış düşüncelerin maddesel forma girmiş halidir. Bu noktada varoluşçu yaklaşımındaki, ‘öz varlıktan önce gelir.’ Görüşüyle paralellik göstermektedir.

Referans:
Şahin, E.(2009). Existantialism and Ibn Sina. Ankara University, Vol: 2, No:2

Makaleyi özetleyen: Merve Sarı

Hiç yorum yok: