Lilypie Trying to Conceive Event tickers

28 Aralık 2010 Salı

Makale Özeti: Jung, Christianity, and Buddhism

Bu makalede Jung’un psişe üzerine gereksiz kapanışlarını, düşüncelerini ve Hıristiyanlık ve Budizm’e olan dürtülerinden bahsetmiştir.
Jung’a göre psişe doğal olarak dinsel fonksiyonlarla donanımlıdır, ayrıca bu durum evrenseldir ve biyolojik fonksiyonlar gibi süreklidir. Bu dinsel deneyimler psişenin patolojisi için doğal bir terapi çeşididir. Benlikteki semboller dille, sanatla, kültürle kodlanan dinsel sembollerle eşdeğerdir. Benliğin doğuştan arzusu dinsel sembollerle sınırlı değildir, kişisel bilgilerle öğrenilir.
Jung Freud’un sağlıklı insanların sezgisel dürtülerinin bilinçdışı bastırmasının patolojik olarak farkına varması ve bu dürtülerin bilinçli olarak bastırılması düşüncesinin insan etkileşiminde azalmaya ve karışıklığa sürüklediğine inanır. Dinsel fonksiyonların psişik fonksiyonlarını cinsel ve biyolojik dürtülerden ayırt etmek için Jung teolojiyi (Tanrıbilim) ele almıştır ve buna bireyselleşme (individuation) olarak adlandırmıştır. Ayrıca psişeyi bunun etrafında tekrar ele almıştır. Jung felsefedeki bilincin merkeze odaklanıp egoyu kontrol ettiği düşüncesini kabul eder ve eğer bilinçli bir ego olmazsa bilincin olmayacağını söyler. Ayrıca ego ve bilincin karıştırılmaması gerektiğine dikkat çeker.
Duygusal ton kavramı özerkliğe sahiptir ve anılar, arzular, korkular, görevler ihtiyaçlar ve anlayışlar sık sık bilinçle çatışır. Bu durum egoyla ilgili değildir, psişik olayların bir formudur, Jung bunu bilinçdışı olarak adlandırır.
Kişisel bilinçdışı bilinçte bir kere oluşmuş hislerin, düşüncelerin, anıların ve diğer psişik elementlerin deposudur. Bilinçdışındaki bastırılan bu istenmeyen arzular veya travmatik anılar dikkate yönelik hipnoz ya da bilinç kontrolünün hafifletme teknikleriyle kurtarılabilir. Diğer bir belirleyici faktör ise bilinçdışının bunları herhangi özel bir istek olmadan bilince doğru itmesi ve tekrar ortaya çıkan istek dışa vurulmaya karşı çıkmasıdır. Bilinçdışı hafızası normal olmayan yollarla her zamanki yoluna ulaşırsa bilinç tekrar oluşur ve psişenin kontrolündeki ego gevşer ve hayali yeniden yapılanma olur. Jung psişenin amacının kişisel bilinçdışı olmadığını vurgular ve ego-bilincin karanlıkta kalmasını “gölge” olarak adlandırmıştır.
Jung 35 yaşında rüyalarında, fantezilerinde aklından bazı imgelerin geçtiğini fark etti. Fakat bunlar Freud’un psişe modeline uymuyordu. Zamanla Jung bu imgeleri psikoanalitikle yorumlamıştır. Jung, bilinçdışının sadece egonun küçük bir odasını restore etmediğini psişenin önceki bilinmeyen boyutlarına egoyu davet ettiğini söyler. Hazır olan imgeler kendi amaçlarıyla donatılmıştır. Fakat bireysel deneyimlerle hesaplanamazlar, burada Jung kolektif bilinçaltının altındaki katmanları belirtir. Bu katmanların altında daha bireysel bilinçdışları vardır ve Jung bireyselleşmenin süreçlerinin doğal olarak ego’ya eğilimli ve bunun psişenin derinliklerindeki anlama bağlandığını söyler. Bilinçdışının derinlikleri tüm insanlarda evrenseldir. Ego-bilincinin kişisel tecrübe ve gelişiminde ikincil simge niteliklerini gerektirebilir, ama simgelerin arkalarındaki matris ve onların temel yönü, her yerde bütün erkek ve kadınlar tarafından kullanılır.
Jung’un Hristiyan yatkınlığını ele alacak olursak psişenin fonksiyonlarını dini fenomen olarak değerlendirmiş ve Tanrı’nın rol aldığı arketipsel imgeleri tanımlamıştır. Jung psişenin, bütün zıtlıkları dengede tutabilmesi için önceden hazırlanması gerektiğini söyler. Bu ön- hazırlık arketipseldir ve bireyin inanç ve tecrübelerinden bağımsızdır, bu doğaldır ve bütünlüğün arketipi gibi sembolik olarak ifade edilmelidir. Jung buna benlik (self) der. Jung’a göre benlik bütün arketiplerin kralı, insan aklının amacı ve doğasının en iyi ifadesidir.
Bütün dinlerin matrisi bize doğal bir bütünlük formu şeklinde verilmiştir. Eğer psişenin en yüksek fonksiyonu bir bütün olmaksa ve eğer bu fonksiyonu tanımlamak dinsel imgelerin farkındalığını gerektirirse psişe, temel olarak dinseldir.
Birçok Budist düşünür Jung’un teorisinden, Budist öğrenmek ve psikolojide bilinçdışı akıl arasında bağlantı kurar. Batı Hristiyan katılımcılar Budistlerle; Budist çalışmalarında Budist düşüncelerin üzerinde Jung’un otoritesinin olduğunu söyleyerek diyaloga girmişlerdir. Diğer taraftan da Budist düşünürler de Hıristiyanlarla; birçok Hıristiyan din bilimcilerin Hıristiyan dogmalarının Jung’un düşüncelerini kapsamasını şüpheli bulduklarını söyleyerek diyaloga girmişlerdir.
Budizm ve Hıristiyanlık diyaloglarının karşılaştırılmasının amacı dünyadaki değerlerin ve dinlerin farkına vardırmak, ihmal edilmiş ya da unutulmuş gelenekleri uyandırmak ve öğrenilenlerin ışığında benlik anlayışını reform etmektir. Etik modeli diyalogu Budizm ve Hıristiyanlığı bir araya getirdi, 3. katılımcı olarak Jung bu konuya daha akademik model getirmiştir.
Jung hiçbir yerde öz-ayrımsama ve öz-kimliği inkâr etmemiştir. Normalde sağlıklı bir akıl yalnızdır ve ego ile birleşmiştir. Eğer egonun kontrolünü başka bir şey ele geçirmeye çalışırsa öz-ayrımsama ve öz-kimlik çöker. Bu durum uyku ve fantezilerde ve bilincin düştüğü anlarda normaldir. Uyanıkken patolojik bir durum teşkil eder. Jung’un amacı asla egonun yerine başka bir şey koymak değil aksine öz-farkındalığı genişletmektir.
Jung’a göre psişe bilinç ve bilinçdışının zıt ama tamamlayıcı çabalarıyla yapılanır. Bilincin merkezi hipotezinde bilinç algısal hafızadan ve süreçlerden kazanılır. Bu durum Freud için cinsel libido Jung için de arketipler aracılığıyla sağlanır. Jung bilinçdışını bilincin olumsuz imgesi olarak varsayar ve bilincin egosunu dengede tutmak için bilinçdışında merkezi bir temsilcinin olması gerektiğini söyler.
Jung Tanrı’yı kolektif bilinçaltında ayırmayı reddeder. Kolektif bilinçdışı bilinçli olmayan egonun fonksiyonlarını içerir. Jung’un psişe haritası teolojiden ve metafizikten ayrılır ve Tanrı’nın varlığı ya da yokluğu sorulur, ayrıca yüksek bilinçlilik ya da yüksek realiteyi kabul etmez.
Ortodoks öğretimlerinin gelişimine rehberlik edecek pusulası olmayan Hıristiyanlık ve Budizm’in mirasının merkezinden galaksi, galaksinin merkezinden akıl ve aklın merkezinde de ego-bilinci gelir.
Hıristiyan bilginlerinin Budizm ile yaptığı diyalogda; Hıristiyanlıkta dine aykırı düşüncelere Ortodoksluğa yakın âlimlerden daha çok hoşgörülü olduğu söylenmiştir. Bununla birlikte Budistlerin Hıristiyanlarla yaptığı diyalogda ise Ortodoks Kurumu onların ilgilendikleri şeye sapkınca ve yanlış bağlılıklarına karşıdır.

Referans:
Heisig, J. W., (1999) Jung, Christianity, and Buddhism. Annual meeting of the Japan Society for Buddhist-Christian Studies.

Makaleyi özetleyen: Seçkin Ceylan

Hiç yorum yok: