Lilypie Trying to Conceive Event tickers

28 Aralık 2010 Salı

Makale Özeti: Kendilik Patolojisi Belirtisi Olarak Kimlik Kargaşası

Erik Erikson’un kuramındaki kimlik kavramı ile Heinz Kohut’un kendilik psikolojisi kuramındaki kendilik kavramı birbirinden farklı gibi tanımlasalar da birbirlerine yakın kavramlardır. Erikson’un ego psikolojisi kuramındaki kimlikten kastı bebeklikten beri çeşitli özdeşimler geçiren ve ergenlikte süreklilik kazanan bir yapıdır. Kohut’un kuramına göre kendilik doğuştan beri vardır ve gelişmemiş haldedir. Kendiliğin gelişimini sağlayacak olan etmen çocuğun hayatında önemli rol oynayan ve çocuğa bakım veren (anne-baba) kendilik nesnesidir. Kendiliğin bütünlük duygusu, süreklilik ve esneklik kazanabilmesi için kendilik nesnesine ihtiyaç duyar. Açlık, temizlenme, sakinleşme gibi gereksinimleri kendilik nesnesi karşılar. Kendilik nesnesi aynı zamanda kendiliğin uzantısı olarak algılanır. Kendiliğin ihtiyaçları anne tarafından karşılandığı için bebek annenin kendiliğini kullanır. Bu noktada annenin gösterdiği eşduyum çok önemlidir. Eğer anne bebeğin gereksinimlerine karşı yeterli eşduyumu sağlıyorsa kendilik duygusunun gelişimine katkıda bulunmuş olur. Kendilik nesnesi bebeğin kendiliğinin bir uzantısı olduğu için bebek annenin yaşantılarını kendininmiş gibi algılar. Yani bu anlamda anne aynalama (mirroring) görevi görmüş olur. Kendilik nesnesi tarafından aynalanan bu özellikler bebeğin kendiliğine uygun bir şekilde dönüştürülerek içselleştirilir (transmuting internalization). Kendilik geliştikçe bebek anneden ayrışmaya başlar. Kendilik nesnesinin yetersiz eşduyum sağladığı durumlarda aynalama, içselleştirme ve ayrışma süreçleri olumsuz etkilenir ve kendiliğin oluşumu hasar görür. Bu durum patolojik sonuçlara yol açar. Ergenlerdeki kimlik sorunlarının birçoğunun kendilik bozukluklarından kaynaklandığı görülmüştür. Bu makalede kimlik sorunu yaşayan ve ergen olan bir olgu kendilik psikolojisi açısından değerlendirilecektir.
Ayşe 20 yaşında beş çocuklu bir ailenin beşinci çocuğudur. Anne hukukçu, şair ve yazardır. Baba kaymakamlık yapmıştır. Anne Ayşe’ye geç yaşta hamile olmuş ve anne dışında herkes Ayşe’yi çok istemiştir. Anne ilk dört yıl çalışmış ve Ayşe ile ablası ilgilenmiştir. Anne genel olarak mesafeli ve öfkeli olarak tanımlanmakta. Ayşe annesinin kendisine dokunmasını hiç istemiyor. Babanın Ayşe’den mükemmeliyetçi beklentileri olmuştur. Ayşe ilkokulda öğretmenleri tarafından çok övülmüş ve takdir edilmiştir. Çok kitap okuyan başarılı bir çocuk olmuştur. Bilgi zenginliği nedeniyle kendisini yaşıtlarından hep üstün görmüştür. Bu onda korkusuzluk yaratmıştır. Arkadaşlarından sürekli tepki alarak sevilmediğini net bir şekilde hissetmiştir. Hiç arkadaşı olmamıştır. İlk kez 12 yaşında âşık olmuş ve bu onda bir tutku haline dönüşmüştür. Ona karşı saplantılı davranışlar geliştirmiştir. Bu davranışlarından dolayı arkadaşlarının dalgasına maruz kalmıştır.
Ayşe’nin oral dönemde anneyle olan ilişkisinin eksikliğinin sonucu güven eksikliği göze çarpmaktadır. Bu eksikliği okuduğu bilgilerle, ideolojilerle doldurmaya çalışmıştır. Hasta yaşadığı insan ilişkilerinde tutkulu ve saplantılı bir şekilde bağlanmalar yaşamaktadır. Bu da anal dönemde gelişmesi gereken özerklik duygusunun yokluğundan kaynaklanmaktadır. Hastanın ödipal çatışması da uygun bir şekilde sonuçlanmamıştır. O dönemde anneyle yakınlık kurulamadığından özdeşim nesnesi eksik kalmıştır. Latent dönemde de hasta ilişkilerinde ve cinsellik boyutunda problem yaşamıştır. Dine yönelerek cinsellikle ilgili problemine bir çözüm getirmeye çalışmıştır. Hasta sürekli ailenin ona yüklediği kimlikten kurtulma ve yeni bir kimlik kazanma çabası içindedir. Hasta kendilik psikolojisi açısından değerlendirildiğinde bebeklik döneminde anne tarafından olan bakımının eksik kaldığı ve aynalama gereksiniminin karşılanmadığı görülmüştür. Kendiliğin narsisistik-grandiyöz ucu gelişememiştir. Ayrışma-bireyleşme sürecinde olan hasarlar nedeniyle hastanın hayatında bütünleşilecek öznesnelere gereksinim duyduğu ve bu yüzden geçiş nesnelerine olan saplantıları göze çarpmaktadır. Ergenlikte olan ilişkilerinde ise hep idealize ettiği kişilere aşırı bir bağlanma yaşamış ve onları bütünleştirici nesneler olarak görerek kendiliğini onlarla bütünlemeye çalışmıştır.

Referans:
Çetin, F. Ç. (2001). Kendilik patolojisi belirtisi olarak kimlik kargaşası. Türk Psikiyarti Dergisi, 12(4), 309-314.

Makaleyi özetleyen: Funda Kaçar

Hiç yorum yok: